31 Aralık 2007 Pazartesi

KARARTILAN DÜNYAMIZA TV5 AYDINLIĞI Kardeşliğe davet.. AGD ile yeniden fetih ruhu.

Kardeşliğe davet
KARARTILAN DÜNYAMIZA TV5 AYDINLIĞI

Kardeşliğe davet

TV5'in bu akşam saat 19.30'da Abdi İpekçi Kapalı Spor Salonu'nda düzenleyeceği "TV5 Kardeşlik Gecesi", İslam kardeşliğinin dünyayı kurtaracak tek şey olduğunu herkese duyuracak.

TV5 Genel Koordinatörü Mustafa Geçer, TV5'in Abdi İpekçi Kapalı Spor Salonu'nda bu akşam saat 19.30'da düzenleyeceği "TV5 Kardeşlik Gecesi" için tüm hazırlıkların tamamlandığını söyledi. Geçer, Ortadoğu, Türkî Cumhuriyetler, Balkanlar, Kafkaslar ve Avrupa'dan çok sayıda konuğun katılacağı programın İslam kardeşliğinin pratikteki gücünü göstermesi açısından da önemli olduğunu kaydetti.

En birleştirici gece
Mustafa Geçer, "Bu akşam on binlerin katılımıyla kardeş oluşumuzu idrak edeceğiz. Dünyanın birçok ülkesinden sanatçı ve konukların katılacağı bu program, özelde ülkemiz, genelde ise tüm İslam coğrafyasının saldırı ve tehditlerle karşı karşıya olduğu bir dönemde tüm Müslümanların kardeşliğine vurgu yaparak birleştirici bir etkiye sahip olacak" dedi.

HABER MERKEZİ
TV5'in Abdi İpekçi Kapalı Spor Salonu'nda bu akşam saat 19.30'da düzenleyeceği "TV5 Kardeşlik Gecesi" için tüm hazırlıklar tamamlandı. TV5 Genel Koordinatörü Mustafa Geçer, ilki 2005'te yapılan "TV5 Kardeşlik Gecesi" programına 13 bin civarında insanın katıldığını, bu akşam yapılacak programa ise daha geniş bir katılımın beklendiğini kaydetti. Önceki programlardan olayı izleyici ve katılımcılardan son derece olumlu tepkiler aldıklarını kaydeden Geçer, "Bu akşam on binlerin katılımıyla kardeş oluşumuzu idrak edeceğiz. Dünyanın birçok ülkesinden sanatçı ve konukların katılacağı bu program, özelde ülkemiz, genelde ise tüm İslam coğrafyasının saldırı ve tehditlerle karşı karşıya olduğu bir dönemde tüm Müslümanların kardeşliğine vurgu yaparak birleştirici bir etkiye sahip olacak. Bu nedenle de 'TV5 Kardeşlik Gecesi' İslam dünyasının birliği ve kardeşliği noktasında duyarlı olan her vatandaşımızın katılması gereken bir program olacak" dedi.

Tüm dünya İslam kardeşliğini izleyecek!
Ortadoğu, Türkî Cumhuriyetler, Balkanlar, Kafkaslar ve Avrupa'dan çok sayıda sanatçı ve konuğun katılacağı programın İslam kardeşliğinin pratikteki gücünü göstermesi açısından da önemli olduğuna değinen Geçer, "Türkiye'nin en büyük kapalı spor salonu olan Abdi İpekçi Kapalı Spor Salonu'nda bu akşam düzenlenecek programa muhteşem bir kalabalık bekleniyor. Sayılarının 15 bini aşacağını umduğumuz bu kalabalık, İslam kardeşliğinin hala ne kadar canlı olduğunu bu program vesilesiyle tüm dünyaya duyuracak. Programımız, Avrupa başta olmak üzere yurtdışındaki birçok merkezde de canlı olarak izlenecek. Yayın yapamadığımız Kuzey ve Orta Afrika'ya ise, Mısır'ın ünlü televizyonlarından El-Fecr televizyonu programımızı canlı olarak yayınlayacak. Organizasyon ile ilgili her türlü hazırlık yapıldı. Sonraki yıllarda, bu programın kapsamını genişleterek daha geniş bir yelpazede tüm dünya mazlumlarının kardeşlik gecesi haline getirmeyi planlıyoruz" ifadelerini kullandı.

Büyük katılım!
İslam dünyasından çok sayıda seçkin davetlinin de katılacağı programda Kudüs Müftüsü İkrime Sabri, Türk Sanat Müziği'nin genç yeteneği Süleyman Erkişi, Türk Sanat Müziği sanatçısı Uğur Murathan, Mısırlı çocuk hafızlar Zeyn'ul İrşadi ve Sümeyye Eddeb, sanatçı Âdem Karabey, Tasavvuf Müziği'nin yetkin ismi Mustafa Demirci ve İstanbul Mehteran Takımı da hazır bulunacak. Grup Seyfullah ve Bosna'dan Zeyd Soto'nun da katılacağı program için İstanbul'un her ilçesinden otobüs seferleri yapılacak.

İstanbul'un her ilçesinden otobüs seferleri yapılacak
İslam dünyasından çok sayıda seçkin davetlinin de katılacağı programda Kudüs Müftüsü İkrime Sabri, Türk Sanat Müziği'nin genç yeteneği Süleyman Erkişi, Türk Sanat Müziği sanatçısı Uğur Murathan, Mısırlı çocuk hafızlar Zeyn'ul İrşadi ve Sümeyye Eddeb, sanatçı Âdem Karabey, Tasavvuf Müziği'nin yetkin ismi Mustafa Demirci ve İstanbul Mehteran Takımı da hazır bulunacak. Grup Seyfullah ve Bosna'dan Zeyd Soto'nun da katılacağı program için İstanbul'un her ilçesinden otobüs seferleri yapılacak.
 
 
AGD ile yeniden fetih ruhu
AGD ile yeniden fetih ruhu

Gençliğin milli ve manevi değerlerine bağlı bir şekilde yetişmesini ve insanlara faydalı olmasını hedefleyen, halkımızın İslam'ın ruhuyla yeniden dirilişini arzulayan Anadolu Gençlik Derneği, çalışmalarına son sürat devam ediyor. AGD, Türkiye'nin dört bir tarafında düzenlediği Mekke'nin Fethi programlarıyla İslam tarihimize karşı sorumluluğunu yerine getiriyor.

TALHA KOLCU / Ankara Gençliğin milli ve manevi değerlerine bağlı bir şekilde yetişmesini ve insanlara faydalı olmasını hedefleyen, halkımızın İslam'ın ruhuyla yeniden dirilişini arzulayan Anadolu Gençlik Derneği, çalışmalarına son sürat devam ediyor. AGD, Türkiye'nin dört bir tarafında düzenlediği Mekke'nin Fethi programlarıyla İslam tarihimize karşı sorumluluğunu yerine getiriyor. Yalova, İzmit, Konya, Trabzon, Samsun, Şanlıurfa, Van, Adana, Karaman, Sivas, Karabük, Giresun, Tokat, Kastamonu, Çorum, Osmaniye, Antalya, Niğde, K,Maraş, Samsun, İzmir, Eskişehir ve Muş olmak üzere bir çok il ve ilçede Mekke'nin fethi kutlamaları organize eden AGD, fethin manasını bütün Türkiye'ye anlatmaya çalışıyor. Kaybedilen "fetih ruhunu" yeniden kazandırmayı amaçlıyor. İslam imha değil, ihya medeniyetidir İslam Tarihi'nde fetihlerin anası olarak kabul edilen Mekke'nin Fethi dolayısıyla İslam'ın ve onun peygamberi Hz Muhammed'in gösterdiği şefkat ve merhameti bir kez daha hatırlatan dernek,  İslam'ın imha değil ihya medeniyeti olduğunu, yakıp yıkmayı değil, yapıp onarmayı esas aldığını anlatıyor. Dernek Mekke'nin fethi dolayısıyla Fethin sadece kaleleri fethetmekten ibaret olmadığını asıl fethin insanların kalplerini fethetmekten geçtiğini vurguluyor. Dünyada yaşanan zulümlerden kurtulmanın yegane adresinin İslam'dan geçtiğini, hakkın ve adaletin en iyi tesis edildiği nizamın İslam nizamı olduğunu ortaya koyan dernek, Mekke'nin fethi'nin 1377. yıldönümü programlarıyla bu gerçekleri tarihi örneklerle bir kez daha gözler önüne seriyor. Gaziantep'te çifte kutlama Tarih bilincini hiç kaybetmeyen, millî hafızayı daima dinç tutmaya gayret eden AGD, son olarak bugün "Gazi" şehrimiz "Antep'te", Mekke'nin Fethi'ni o topraklar için savaşan, şehit olmuş ecdadın huzurunda kutlayacak. Gaziantep'in düşman işgalinden kurtulduğu günlere denk gelen Mekke'nin Fethi programı ile G. Antep, iki zaferi birden kutlama heyecanını yaşayacak. Gaziantep Kamil Ocak Kapalı Spor Salonu'nda saat 18.30'da yapılacak programa AGD Genel Başkanı İlyas Tongüç konuşmacı olarak katılacak. Programda dünyaca Ünlü Hafız Ahmet Ebul Kasimi muhteşem kıratı ile kuran tilaveti sunacak. Sanatçılar Hasan Dursun ve Mahmut Durgun ilahileriyle, semazen ekibi de gösterileriyle geceye renk katacak.



--
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

28 Aralık 2007 Cuma

Yasağı yasalaştırmayın

Kamalak: Yasağı yasalaştırmayın
Kamalak: Yasağı yasalaştırmayın

MUSTAFA Kamalak, AKP'nin somutlaştırmak üzere olduğu Anayasa değişikliği taslağındaki başörtüsü ve kılık kıyafetle ilgili iki alternatifli düzenlemesinin yeni bir yasak anlayışının ortaya çıkmasına neden olabileceği uyarısında bulundu.

Ebubekir Gülüm
Anayasa Profesörü Mustafa Kamalak, AKP'nin somutlaştırmak üzere olduğu Anayasa değişikliği taslağındaki başörtüsü ve kılık kıyafetle ilgili iki alternatifli düzenlemesinin yeni bir yasak anlayışının ortaya çıkmasına neden olabileceği uyarısında bulundu. Bu iki alternatifin de 'yükseköğretim dışında başörtüsü örtmeyi yasak haline getireceğini' kaydeden Kamalak, bunun için yeni bir öneride bulundu. Kamalak, kılık kıyafetle ilgili serbestlik için Anayasa'nın 24. maddesine 'Kimse dini inancından veya inancına uygun kılık kıyafetinden dolayı hiçbir sebeple ve amaçla Anayasa'nın teminatı altında bulunan bir haktan mahrum edilemez' cümlesinin eklenmesini teklif etti.

Anayasa Profesörü ve eski milletvekili Mustafa Kamalak, ESAM'ın düzenlediği Çarşamba sohbetlerinde, Anayasa değişikliği süreci ve yeni Anayasa değişiklik taslağı ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Bugüne kadar Anayasa'nın 80 civarında maddesinin değiştiğini hatırlatan Kamalak, sisteminin bozulduğunu, maddeler arasındaki tutarlılığının kaybolduğunu vurguladı. Fakat Anayasa'nın baskıcı, vesayetçi ve dayatmacı ruhunun devam ettiğini kaydeden Kamalak, bu nedenle Anayasa'nın bugün değişmesi için tam bir mutabakat bulunduğunu kaydetti. 'Yeni Anayasa nasıl olmalı ?' sorusuna da cevap veren Kamalak, Anayasa değişikliğinde iki hususun dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Bunları ise kısa ve uzun vadede yapılması gereken değişiklikler olarak adlandıran Kamalak, "Kısa sürede yapılması gereken değişiklikler, insan hakları ile ilgili olan ve beklemeye tahammülü olmayan değişikliklerdir. İnsan haklarını kısıtlayan ve engelleyen değişiklikler kısa vadeli olanlarıdır" dedi.

Kılık kıyafet yasağına ilişkin getirilen alternatifleri de değerlendiren Kamalak, "Bu düzenleme, şu ankinden çok daha büyük yasaklar da getirebilir. Anayasa yükseköğretimde serbest dediğine göre, dayatmacı zihniyet diğer yerlerde yasak diyebilir" dedi. Taslaktaki iki alternatife de karşı çıkan Kamalak, çözüm için yeni bir teklifte bulundu. Kamalak, Anayasa'nın 'Din ve Vicdan Hürriyeti' başlıklı 24. maddesine yeniden düzenlenerek '(Herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir). Bu Anayasanın teminatı altında. Devamına ise, (Kimse dini inancından veya inancına uygun kılık kıyafetinden dolayı hiçbir sebeple ve amaçla Anayasa'nın teminatı altında bulunan bir haktan mahrum edilemez). Bunu ekleyelim diyoruz" dedi. Kamalak, bir taraftan çalışma ve öğrenme temel hak kabul edilirken diğer yandan başörtüsünün yasaklanmasının kabul edilemez bir durum olduğunu kaydetti.

Kısa ve uzun vadeli değişiklikler
KAMALAK, "Bir hukuk devletini düşünün ki, kendi çıkardığı kanunlara göre, kendi kurduğu mahkemelerde, kendi yetiştirdiği hâkimler huzurunda, kendisinin tesis ettiği işlemlerine karşı kendi vatandaşlarının hak aramasını yasaklıyor. Bu devlete hukuk devleti demek mümkün mü? Hayır. Hukuk devleti vatandaşlarının hakkını gaspetmez" diye konuştu.  Ayrıca devletin yapısını düzenleyecek kurumsal düzenlemelerin ise uzun vadede yapılabileceğini kaydeden Kamalak, Anayasa Mahkemesi, HSYK, YÖK'ün yapısındaki değişikliklerin 1-2 yıllık sürede yapılabileceğini vurguladı. Yeni Anayasa'nın tüm toplum kesimlerinin katılımı ile gerçekleştirilmesi gerektiğini belirten Kamalak, "İsmi de, Anayasa Hazırlık Şurası olabilir. Buna tabi ki Meclis karar verecektir. Yeni Anayasanın kalıcı olması lazım. Benimsenip kabul görmesi için, toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği bir uzman heyet tarafından yapılmalıdır. Bu şekilde, Meclis'in önüne daha mükemmel bir metin gelir. Elbette son sözü TBMM söyleyecektir" dedi.  Uzun vadeli değişiklikler yapılırken hangi hususlara dikkat edilmesi gerektiğini de söyleyen Mustafa Kamalak, dayatmacı hükümlerden kaçınılmasını ve 'Değiştirilemez veya değiştirilmesi teklif dahi edilemez' şeklinde hükümlerin konulmamasını önerdi.  Hukuk kurallarının durağan ve statik ancak ihtiyaçların hareketli olduğunu kaydeden Kamalak, "Bugünkü nesillerin gelecek nesilleri ipotek altına alması, onları değiştirilemez hükümlerle sınırlandırması hakkaniyete uymaz" dedi.

Laiklik toplumu olumsuz etkiledi
YENİ Anayasa'da belirsiz, tanımsız ve çeşitli manalara gelebilecek kavramlara yer verilmemesi gerektiğini de söyleyen Kamalak, buna laikliği örnek gösterdi. Bu kavramın Türk toplumuna olumsuz etki yaptığının altını çizen Kamalak, "Birleştirici bir kavram gibi sunulmuştur. Maalesef bölünmelere, devlet ile vatandaşın arasının açılmasına bu belirsiz kavramının etkisi olmuştur. Güneydoğu olaylarında olumsuz etkisi olduğunu düşünüyorum" dedi. Kamalak, bu kavramın 1940'lardaki tek parti zihniyetinin felsefesini yansıttığını savundu.

--
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

Amerika PKK’yı bitirecek PJAK’ı yükseltecek

Amerika PKK'yı bitirecek PJAK'ı yükseltecek
ABD'li Chomsky:

Amerika PKK'yı bitirecek PJAK'ı yükseltecek

CHOMSKY, Amerika Birleşik Devletleri'nin, PKK'nın bitmesini, PJAK'ın ise İran'ı istikrarsızlığa sürüklemesini istediğini vurgulayarak, "Amerika Birleşik Devletleri, PJAK ile birlikte diğer terörist grup olan Beluci örgütünü de İran'a karşı kullanmak istiyor" dedi.

HABER MERKEZİ
ABD'nin şiddet ve soykırım politikalarını şiddetle eleştiren Prof. Noam Chomsky, Bush yönetimini dünya barışına en büyük tehdit olarak görüyor. Filistin'in İsrail tarafından işgaline şiddetle karşı çıkan Chomsky, Ortadoğu barışına en büyük tehdidin İsrail olduğunu belirtiyor. Irak'ın kuzeyindeki Kürt gruplar ile ABD arasındaki ittifakı ve Türkiye`nin ABD ile ilişkileri hakkındaki düşüncelerini habervaktim.com'a anlatan Chomsky, Washington'un, 1975'te Kürtleri sattığını belirterek, "Dönemin Dışişleri Bakanı Kissinger, dış politika ile misyonerlik faaliyetlerinin karıştırılmaması gerektiği sözünü o dönemde söyledi. Halepçe ve Anfal'daki katliamlara rağmen Reagen yönetimi güçlü bir şekilde Saddam Hüseyin'i destekledi. Hatta, buradaki katliamları İran'ın üzerine attı. George Bush, Kuveyt işgaline kadar da Saddam'ı destekledi. Clinton yönetimi de, 90'lı yıllarda Türkiye'de birçok faili meçhul cinayete adı karışan kontra-gerilla örgütlerine destek verdi. Şu anda ise Washington, Türkiye'deki Kürtlerden ziyade Iraklı Kürtleri desteklemeyi daha avantajlı buluyor." diye konuştu.

Chomsky, menfaatlerin değişmesi durumunda, Washington'un politikalarının da değişeceğine işaret ederek, "Kürtler, geçici olarak bu ittifakın meyvelerini yiyebilecekler, ancak daha önceden olduğu gibi eğer bu ittifaka inanırlarsa, ciddi hata işlemiş olacaklar, ki tarih de bunu bize gösteriyor." tespitinde bulundu.

Kandil Dağı iki bölüme ayrılıyor
PKK ve PJAK'ın Amerika tarafından Türkiye ve İran'a karşı kullanıldığı iddialarını değerlendiren Chomsky, "Fotoğraf gazetecisi Kevin McKiernan Kürtlerle ilgili birçok bilgiye sahip, hatta bu konuda Batılı gazeteciler arasında öncü isim sayılabilir. McKiernan'a göre, Kandil dağı iki bölüme ayrılıyor: Bir tarafı Türkiye'ye ki burada teröristler bulunuyor. Diğer tarafı ise İran'a dönük ve burada da teröristler yer alıyor. PKK ve PJAK pek de farklı örgütler değil. ABD, PKK'nın bitmesini, PJAK'ın ise İran'ı istikrarsızlığa sürüklemesini ister. ABD, PJAK ile birlikte diğer terörist grup olan Beluci örgütünü de İran'a karşı kullanmak istiyor." ifadelerini kullandı. "Amerika Birleşik Devletleri İran'a bir saldırı düzenlerse, sizce Türkiye ne yapmalı?" sorusuna ise Chomsky, Türkiye'nin, böyle bir durumda mümkün olduğunca ABD'den uzak durarak, tüm hava ve kara üslerini kapatmasını istedi.

--
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

Asgari ücret azami rezalet

Asgari ücret azami rezalet

Artış 16 YTL oldu


HÜKÜMET asgari ücretliye bir kez daha "fakirsin sen, fakir kal!" dedi. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2008 yılının ilk 6 ayı için Asgari Ücret'i yüzde 4, ikinci 6 ay için ise yüzde 5 oranında artırmayı uygun gördü. 419 Ytl alan bir asgari ücretlinin eline, 16 Ytl'nin altında bir artışla net 435 Ytl geçecek.

Zamların yanında komik kaldı
ASGARİ ücretliler, 2008'in Temmuz'dan sonraki ikinci 6 ayda da net 457 Ytl. alacak. Bu artış, elektrik, doğalgaz, Lpg, benzin gibi ürünlere gelen zamların yanında komik kalırken, çarşıda, pazarda yüzde 30'un üzerindeki gerçek enflasyonla boğuşan Asgari ücretlinin belini doğrultamayacağı anlamına geliyor.

HABER MERKEZİ
Hükümet asgari ücretliyi bir kez daha açlığı ve yoksulluğun pençesine terk etti. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2008 yılı için Asgari Ücret'i yüzde 6 oranında artırmayı uygun gördü. Asgari ücretliye layık görülen yüzde 6'lık zam, elektrik, doğalgaz, lpg, benzin gibi ürünlere gelen zamların yanında komik kaldı.

AKP Hükümeti, 2007 ücret artışları da dâhil Asgari ücrette son 5 yıllık dönemde adam gibi hiçbir iyileştirme yapmadı. Asgari ücretli 3 milyon 42 bin çalışan, her geçen gün daha da fakirleşti. Aileleri de dahil edildiğinde nüfusu 10 milyonu geçen Asgari ücretliler, Türkiye'nin açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan en gariban kesimini oluşturuyor. Asgari ücretlilerden kesilen komik "Gelir vergisi" ise adeta hakaret gibi! Son ücret artışı, çarşıda, pazarda yüzde 30'un üzerindeki gerçek enflasyonla boğuşan Asgari ücretlinin belini hiç doğrultamayacağı anlamına geliyor.

1 Ocak 2007'den itibaren uygulanmaya başlanan asgari ücretten toplam 160 YTL vergi kesiliyor. Asgari ücretliden kesilen "Gelir Vergisi" oranı ise durumun vehametini ortaya koyuyor; asgari ücretten tam 71.72 YTL gelir vergisi kesiliyor.
Asgari ücret 2007 yılında, 16 yaşını doldurmuş işçiler için brüt 585, net 419,15 YTL olarak uygulanıyordu.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik'in açıkladığı 2008 yılı Asgari Ücret oranları, yılın ilk 6 ayında yüzde 4, 2. altı ayında ise yüzde 5 olarak gerçekleştirilecek. Asgari ücretli, 2008 yılının ilk 6 ayında brüt 608 Ytl, net 435 Ytl ücret alacak. Yılın ikinci 6 ayında ise Temmuz ayından sonra brüt 638 Ytl, net ise 457 Ytl ücret alacak.

Refahyol'a hiçbir hükümet ulaşamadı!
CUMHURİYET tarihinde işçiye en yüksek asgari ücreti Refahyol hükümeti, en düşük ücreti ise AKP iktidarı verdi. Son 10 yıl içerisindeki asgari ücretler incelendiğinde, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğu Refahyol Hükümeti döneminde, yüzde yüzden fazla artış sağlanan asgari ücretin, sonraki yıllarda hızla erime sürecine girdiği gözleniyor. Refahyol döneminde 1 asgari ücretle:16,6 adet 12 kg'lık ev tüpü alınabilirken, bugün sadece 10,6 adet ev tüpü alınabiliyor. Asgari ücretin, alım gücü bakımından Refahyol hükümetinin seviyesine getirilebilmesi için asgari ücretin bugün yüzde 60 oranında artırılması gerekiyor. Refahyol iktidarı, 1996 yılında asgari ücret 210 dolar olarak tespit etmekle bugüne kadar işçilere reel olarak verilen en yüksek asgari ücreti vermiş oldu.
--
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

21 Aralık 2007 Cuma

hayırlı huzurlu mutlu feyizli bereketli bayramlar..

MEHMET AKİF'İN DİZELERİYLE HAYIRLI BAYRAMLAR...
vesselam
 
BAYRAM

 

Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır;

Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır!

 

Bayramda güler çehre-i mâ'sûm-i sabâvet,

Ümmîd çocuk sûret-i sâfında ıyandır

 

Her cebhede bir nûr-i mücerred lemeânda;

Her dîdede bir rûh demâdem cevelândır.

 

Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd

Feyzindeki te'sîr ile âsûde revandır.

 

Ferdâ-yı sükûn perveridir sâl-i cidâlin,

Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i candır.

 

Heycâ-yi maîşetteki feryâd-ı mehîbin

Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır.

 

Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu?

Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civandır!

 

Her sînede bir kalb-i meserret darabanda,

Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihandır.

 

Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır,

Gûya ki bütün sadr-ı zemin pür-galeyandır.

 

Eşbahı da cûşân ediyor feyz-i mübîni,

Yâ Rab bu nasıl rûh-i avâlim-sereyandır!

 

Bayramda gelir yâ da ne hoş hâtıralar ki:

Bin ömre verilmez, o kadar kadri girandır,

 

Iydin bana dâim görünür levh-i kerîmi:

Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi.

 

 

Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi;

İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti.

 

Dedim ki: "Fâtih'e çıksam yavaşça, bir yanda

Durup o âlemi seyreylesem de meydanda,

 

Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan... Hoş olur.

Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur. "

 

Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben

Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden.

 

Gelin de bayramı Fâtih'te seyredin, zirâ

Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ,

 

Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan

Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan,

 

Asırlar ölçüsü boy boy asâli nesle kadar,

Büyük küçük bütün efrâd-i belde, hepsi de var!

 

Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,

İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,

 

Biraz gidin; Kocaman bir çadır... Önünde bütün,

Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için

 

Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var?

"Caponya'dan gelen insan suratlı bir canavar!"

 

Geçin: sırayla çadırlar. Önünde her birinin.

Diyor: "Kuzum, girecek varsa durmasın girsin."

 

Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân,

"Alın gözüm buna derler..." sadâsı her yandan.

 

Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:

Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele.

 

Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi

İnince binmede artık onun da hemşerisi:

 

"Hak okka çünkü bu kantar... Frenk îcâdı gıram

Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam."

 

- Muhallebim ne de kaymak!

                                            - Şifalıdır macun!

- Simit mi istedin ağa?

                                - Yokmuş onluğun, dursun.

 

O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller,

Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller!

 

Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar,

Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;

 

Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan

Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan

 

Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer...

Ferâğ-ı bâl ile birden geviş getirmedeler.

 

Koşan, gezen, oturan, mâniler düzüp çağıran.

Davullu zurnalı "dans" eyliyen, coşup bağıran,

 

Bu kâinât-ı sürûrun içinde gezdikçe,

Çocukların tarafındaydı en çok eğlence,

 

Güzelce süslenerek dest-i nâz-ı mâderle;

Birer çiçek gibi nevvâr olan bebeklerle

 

Gelirdi safha-i mevvâc-ı ıyde başka hayât...

Bütün sürûr u şetâretti gördüğüm harekât!

 

Onar parayla biraz sallandırdılar... Derken,

Dururdu "Yandı!" sadâsıyle türküler birden,

 

- Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de,

- Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.

 

                                      "Deniz dalgasız olmaz

                                      Gönül sevdasız olmaz

                                      Yâri güzel olanın

                                      Başı belâsız olmaz!

                                      Haydindi mini mini maşallah

                                      Kavuşuruz inşallah..."

 

Fakat bu levha-i handâna karşı, pek yaşlı,

Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı,

 

Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.

Gelen geçen "Bu niçin ağlıyor?" deyip soruyor.

 

- Yetim ayol... Bana evlâd belâsıdır bu acı

Çocuk değil mi? 'Salıncak' diyor...

                                                  - Salıncakçı!

 

Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevâbına say...

Yetim sevindirenin ömrü çok olur...

                                                       - Hay hay!

 

Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine

Katıldı ağlamıyan kızların şetâretine.



--
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

20 Aralık 2007 Perşembe

Programını da al git!

Programını da al git!
ESDER Başkanı Mahmut Çelikus’tan IMF’ye çağrı:

Programını da al git!

Esnaf ve Sanatkarlar Derneği, Türkiye ekonomisinin belini büken IMF’ye ‘programını da al git!’ çağrısında bulundu. IMF patentli ekonomik programların hiçbir yarar sağlamadığı belirtilerek “Türkiye’de tüm sosyal katmanları huzursuz etti, hep üreteni ezdi” denildi.

ANKARA BÜROSU
IMF patentli ekonomik programların ülke ekonomisine hiçbir yarar sağlamadığını belirten ESDER Genel Başkanı Mahmut Çelikus, “1958’den beri IMF’nin politikaları, Türkiye’de tüm sosyal katmanları huzursuz etti, hep üreteni ezdi” dedi.
Esnaf ve Sanatkârlar Derneği (ESDER) Genel Başkanı Mahmut Çelikus, 1958’den günümüze kadar devam eden IMF-Türkiye ilişkilerinin ülke ekonomisini daha da sıkıntıya soktuğunu belirterek, “Ülkemiz, IMF patentli ekonomik programların faydasını görmedi. Bilakis IMF politikaları üreten kesimi, esnafı, işçiyi, memuru, kısaca tüm sosyal katmanları ezmiştir.” Değerlendirmelerinde bulundu.

IMF’nin 20. Stand-By Anlaşmasını uyguladığını, denetimlerin Mayıs 2008’e kadar süreceğini hatırlatan ESDER Genel Başkanı Mahmut Çelikus, IMF’nin 8.7 milyar dolar ile en fazla alacağı bulunan ülkenin Türkiye olduğunu belirterek, “2000’de IMF ile ilişkisi bulunan 8 ülkeden 6’sı tüm ilişkilerini kesti. Geriye Türkiye ve Peru kalmıştı. Tüm dünya IMF politikalarının fayda sağlamadığını anlamasına rağmen Türkiye’nin ilişkileri devam ettirmedeki ısrarı bizi şaşırtıyor” dedi.

Kutan’dan buruk bayram mesajı

Kutan’dan buruk bayram mesajı
“İslam coğrafyasındaki işgal, tezgâh ve oyunlar bayrama gölge düşürüyor”

Kutan’dan buruk bayram mesajı

Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, İslâm coğrafyasındaki işgal, tezgâh ve oyunların bayrama gölge düşürdüğünü söyledi.

ANKARA BÜROSU
Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, başta Türkiye olmak üzere bütün İslam dünyasının Kurban Bayramını kutlayarak, bu mutlu günün tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını diledi. Kutan, bayram öncesi yaşanan üzücü olayların tüm İslam dünyasında bayram sevincine gölge düşürdüğüne de dikkat çekti.

Kutan, bayram mesajında şu görüşlere yer verdi: “Kurban bayramı toplumsal dayanışma, birlik ve kardeşlik duygularının en yoğun yaşandığı bayramdır. Kurban’da Allah’a yaklaşmanın ve yoksulla paylaşmanın sevincini yaşarız. Ancak ülkemizin ve İslam Coğrafyası’nın karşı karşıya olduğu karanlık oyunlar, sinsi tezgâhlar ve acımasız işgaller bayram sevincimize gölge düşürmektedir. Yüreğimiz terör belasına kurban verdiğimiz şehitlerin, Filistin’de İsrail tanklarına karşı sapanla direnen yetimlerin, Amerikan işgali altında özgürlük mücadelesi veren ıraklı kardeşlerimizin acısıyla dolu. Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da, kim bilir kaç çocuk bu bayrama elini öpeceği bir babası olmadan girecek! Kaç çocuk bayramlık ayakkabısı olmadığı için değil, ayağı olmadığı için üzülecek! Filistin de kaç çocuk İsrail tanklarının gölgesi olmadan, sokaklarda özgürce koşup, oynayabilecek! Emperyalist çıkarları uğruna İslam coğrafyasını kan ve gözyaşına boğan zalimleri bir kez daha lanetliyorum. Cenab-ı Hak’tan bizlere; gücün değil hakkın hâkim olduğu yeni bir dünya’nın kurulması için şuurlanma ve çalışma gücü vermesini diliyorum.

Bu vesileyle aziz milletimizin mübarek Kurban Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyor, bu bayramın İslam âleminin kurtuluşuna vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum”

EVSİZ, İŞSİZ AİLENİN ÇOCUĞU KAMYONET KASASINDA DOĞDU

Doğum yeri: Kamyonet kasası
EVSİZ, İŞSİZ AİLENİN ÇOCUĞU KAMYONET KASASINDA DOĞDU

Doğum yeri: Kamyonet kasası

Doktor kontrolünden geçirildi
Kamyonet kasasında yaşama savaşı veren Karaca ailesi, bayrama yeni bir bebeğe kavuşarak girdi. Yoksulluk ve sefaletin vurduğu ailelerden birisi olan Karaca ailesinin annesi Fatma, kamyonet kasasında doğum yapmak zorunda kaldı. Doğumdan sonra Silifke Devlet Hastanesi’ne götürülen Fatma Karaca, doktor kontrolünden sonra kamyonet kasasındaki evlerine döndü.

3 yıldır kamyonda yaşıyorlar
2,5 yaşındaki Ali ve 1,5 yaşındaki Zeynel’den sonra şimdi de Nazmiye adını verdikleri bir bebekleri olan Karaca’ların annesi Fatma, “3 yıldır kamyonet kasasında yaşam mücadelesi veriyoruz. Kışın zor günler geçiriyoruz. Çocuklarımız aç, üzerlerinde giyecek bir şeyleri yok. Kocamın işi yok, bizim de güvencemiz yok” diyerek yaşadıkları çileyi dile getiriyor.
Eşi Zeynel (43), çocukları 2.5 yaşındaki Ali ve 1.5 yaşındaki Zeynel ile birlikte kamyonet kasasında yaşayan Fatma Karaca (30), 3. çocuğu Nazmiye'yi eşinin de yardımıyla kamyonet kasasında doğurdu. Doğum sonrası eşi tarafından hastaneye kaldırılan kadın, doktor muayenesinin ardından ailesiyle yaşadığı kamyonet kasasına döndü. Sağlıksız koşullarda doğum yapan Fatma Karaca, artık kamyonet kasasında yaşamak istemediklerini belirterek, kendilerine yardım eli uzatılmasını istedi. Karaca, "3 yıldır kamyonet kasasında yaşam mücadelesi veriyoruz. Kış şartlarında zor günler geçiriyoruz. Kamyonet kasasının ortasına kurduğumuz soba ile ısınmaya çalışıyoruz. Çocuklarımız aç, üzerlerinde giyecek bir şeyleri yok. Üstelik kamyonet kasasında bir bebek dünyaya getirdim. Doğumdan sonra ambulansla Silifke Devlet Hastanesi'ne kaldırdılar. Hastanede bize 56 YTL'lik borç çıkarıp, senet imzalattılar. Biz geçimimizi sürdüremezken bir de bu parayı nasıl ve neyle bulur, öderiz? Biz insanca yaşamak istiyoruz. Devletten tek odalı da olsa bir ev ve eşime iş verilmesini istiyoruz. Perişan haldeyiz" dedi.

5 Aralık 2007 Çarşamba

BÜTÇEYİ FAİZ YUTTU

Bütçeyi faiz yuttu
Bütçeyi faiz yuttu

TBMM Genel Kurulu’nda başlayan bütçe görüşmelerine “faiz” rakamlarının yüksekliği damgasını vurdu. Bütün ülkenin bir yıl boyunca ürettiği gelirin dörtte biri yine faize gidiyor. 226 milyar YTL’lik 2008 bütçesinden faize ödenecek miktar tam 56 milyar YTL.

Bütçe’nin 4’te biri faize gidecek

2008 Bütçesi’nin Meclis Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri başladı. Bu yıl 14,9 milyar YTL olarak gerçekleşmesi hesaplanan bütçe açığının 2008’de 18 milyar YTL’ye ulaşması bekleniyor. Faiz dışı fazladaki hedef ise, 38 milyar YTL. Faize ödenecek miktar ise, 56 milyar YTL.

İcraat makamı mı, şikayet makamı mı?
MALIYE Bakanı Kemal Unakıtan ise, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artışın ekonomiyi olumsuz etkilediğini savunarak, “Petrol fiyatlarındaki artış bizim elimizde değil. Fiyatların artması, ekonomimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Artışları dikkatle izliyoruz” dedi.

Ebubekir Gülüm
AKP hükümetinin hazırladığı 2008 yılı bütçesinin Meclis Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri başladı. Bu yıl 14,9 milyar YTL olarak gerçekleşmesi hesaplanan bütçe açığının 2008’de 18 milyar YTL’ye ulaşması bekleniyor. Faiz dışı fazladaki hedef ise, 38 milyar YTL. Faize ödenecek miktar ise, 56 milyar YTL. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artışın ekonomiyi olumsuz etkilediğini savunarak, “Petrol fiyatlarındaki artış bizim elimizde değil. Fiyatların artması, ekonomimize olumsuz yönde etkilemektedir. Artışları dikkatle izliyoruz” dedi.

TBMM Genel Kurulundaki, bütçe maratonu başladı. 2008 bütçesi Meclis’te, 4-14 Aralık 2007 tarihleri arasında kesintisiz olarak görüşülecek. 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin hesap Kanunu Tasarısının görüşmeleri hareketli başladı.

Genel Kurul’da 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısına ilişkin sunuş konuşmasını yapan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan muhalefet sıralarından kendisine laf atan milletvekillerine kendi üslubunca cevap verdi. Unakıtan, "Burada önemli bilgiler veriyorum. Öyle laf atmakla olmaz. Burayı iyi dinlemek lazım. Bu bilgileri de her zaman vermem ona göre" dedi. Meclis sıralarını dolduran vekillerin Unakıtan'ın sözlerine alkışla karşılık vermeleri üzerine Unakıtan sözlerine bizleri alkışlamaya devam edeceksiniz şeklinde son verdi.

2008 yılı makro ekonomik büyüklükler ve maliye politikası hedefleri hakkında açıklamalarda bulunan Bakan Unakıtan, GSMH’nin 716,6 milyar YTL, büyümenin ise yüzde 5,5 öngörüldüğünü söyledi. Gelecek yıl sonu TÜFE’nin yüzde 4 olarak hedeflendiğinin altını çizen Unakıtan, ihratacın 117 ve ithalatın ise 182 milyar YTL olarak tahmin edildiğinin kaydetti. Kişi başına gelirin 2008’de 7 bin dolara çıkarmayı hedeflediklerini belirten Unakıtan, satın alma gücü paritesine göre ise kişi başına gelirin 9681 dolara ulaşmasını hedeflediklerini kaydetti.

Bütçe konuşmasında IMF’den hiç bahsetmeden mali disiplin üzerinde duran Bakan Unakıtan, “Sıkı sıkıya bağlı kaldığımız mali disiplin sayesinde bütçe açığında çok önemli iyileşmeler sağladık. Bu nedenle, mali disipline bağlı kalmaktan başka alternatifimiz yoktur. Aksi halde, her şey eskiye döner” dedi.

2008’deki bütçe giderlerinin 222,6, gelirlerin ise 204,6 milyar YTL olduğunun altını çizen Unakıtan, bütçe açığının ise 18 ve faiz dışı fazlanın ise 38 milyar YTL öngörüldüğünü söyledi. Unakıtan, bütçe giderlerinden 2008’de faize 56 milyar YTL ödeneceğini açıkladı.

Cari açığın artmasına ilişkin açıklamalarda da bulunan Unakıtan, 2001 krizi sonrası dönemde artın özel sektör yatırımları, hızlı büyüme, dünya hammadde fiyatlarındaki yükseliş ve özel kesim tasarruf oranındaki düşüş, cari işlemler dengesinin açık vermesine yol açtığını kaydetti. Bu yıl sonunda enerji giderlerinin 30 milyar doların üzerine çıktığını vurgulayan Unakıtan, “Cari açığın sürdürülebilirliği hususunda mevcut durumda bir riski yok” dedi. Cari açığın sıcak para girişi ile değil doğrudan yabancı sermaye girişi ve uzun vadeli kredilerle finanse edildiğini belirten Unakıtan, 2007 Ocak-Eylül döneminde 15,3 milyar dolarlık doğrudan sermaye girişinin cari açığın yüzde 59’unu finanse ettiğini hatırlattı.

Doğrudan yabancı sermaye açısından Türkiye’nin altın yıllarını yaşadığını vurgulayan Bakan Unakıtan, 2002 yılı ve öncesinde yıllık ortalama 1 milyar dolar düzeyinde olan doğrudan yabancı sermaye girişinin kendi dönemlerinde giderek arttığını, 2005’de 10 milyar dolara, 2006 yılında ise 20 milyar dolara yükselerek tarihinin en yüksek seviyesine çıktığını vurguladı. Unakıtan, “Son yıllardaki bu olağanüstü artışla, ülkemiz OECD ülkeleri arasında son 10 yılda en çok net doğrudan yabancı sermaye çeken 6’ıncı ülke oldu” diye konuştu. Unakıtan, 2007 Ocak-Eylül döneminde 15,3 milyar dolara ulaşan doğrudan yabancı sermaye girişinin 2006 yılının ardından 2007 yılında da yüksek düzeyde gerçekleşmesini beklediklerini kaydetti.

SOSYAL GÜVENLİK REFORMU (FACİASI)

35 milyon kişi emekliliği unutacak
Sosyal güvensizlik reformu tartışılıyor

35 milyon kişi emekliliği unutacak

Sosyal Güvenlik Reformu milletvekilleri dışında tüm çalışanların aleyhine düzenlemeler içeriyor. Süt ve cenaze parasını bile düşüren, yıpranma payını kaldıran tasarı yasalaşırsa, yaklaşık 35 milyon kişi emekliliği unutacak.

EKONOMİ SERVİSİ
Kamuoyunda “Sosyal Güvenlik Reformu” olarak bilinen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Tasarısı geçen hafta TBMM’ye sunuldu ve daha TBMM’de görüşmeler başlamadan sert eleştirilere hedef oldu. Tasarı, geçen yıl TBMM’den geçen, ancak 22 maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından “kamu görevlilerinin diğer çalışanlarla eşit olamayacağı, hatta aynı yasada birlikte isimlerinin geçemeyeceği” görüşü ile iptal edilmişti. Hükümet’in yeniden gündeme getirdiği tasarının bu yılsonuna kadar yasalaşması bekleniyor.
NTV’ye konuşan Sosyal Güvenlik Uzmanı Ali Tezel, yeni tasarının ne getireceğini, ne götüreceğini anlattı. Yeni kanun gereğince aylık geliri asgari ücretten daha az olan çiftçiler, ameleler ve küçük esnaf emekliliği unutacak. Hepsi de bizden birileri; kimisi küçük esnaf, kimisi köyünde, bağında, bahçesinde ziraat işiyle iştigal ediyor, yediğimiz sebze ve meyveleri üretiyor. Diğer bir kesim de sebze ve meyve işinde amele-ırgat olarak çalışıyor. Tahmini nüfusları bakmakla mükellef oldukları eş ve çocukları da dâhil edilirse yaklaşık 25 milyon ve bunlar emeklilik sistemi dışına çıkarılıyor. Öbür tarafta 10 milyon kadar da işsiz var. Çalışanlar arasındaki haklar ve borçlardaki eşitsizlik daha da derinleşecek. İşçi ve esnafa aylık 195 lira emekli aylığını reva görürken, en düşük memur emekli aylığını 750 liraya, en düşük milletvekili emekli aylığını 3600 liraya çıkartanlar; üstüne bir de emekli olamayan vekillere ayda 1500 lira kadar tazminat vererek, sosyal kesimler arasında kaosa neden olacak. Yeni tasarının TBMM’den aralık ayında geçirileceği ve 2008 yılı ocak ayında yürürlüğe gireceği ifade ediliyor. Bu durumda 2008 yılı ocak ayından sonra işe girenler için daha kötü bir durum ortaya çıkacak. Çünkü alt sınır aylığı hiç yok. Yani hayatları boyunca asgari ücret veya asgari ücrete yakın kazançlar elde ederek SSK’dan (yeni adıyla SGK’dan) emekli olanların alacağı emekli aylığı 200 lira olacak. Çünkü, artık alt sınır aylığı yeni reform kanunu ile ortadan kalkıyor.

Fakir olanlar emeklilikle tanışmadan ölecek
AYLIK net geliri asgari ücretten az olanlar emeklilik sistemi dışına çıkarılacak. Ama her hal ve şartta GSS (Genel Sağlık Sigortası) kapsamında sayılacaklar. Bu durumda, iki seçenek ortaya çıkacak. Ayda 140 liradan fazla gelirleri varsa aylık Genel Sağlık Sigortası primi olan 73 lirayı kendileri ödeyecek. Aylık gelirleri 140 liradan az ise primini devlet ödeyecek. Sosyal Güvenlik Reformu ile aylık net geliri asgari ücretin brüt tutarı olan 585 liradan az olanlara “Emekliliği unutun ama ölünceye kadar sağlık yardımları benden” mesajı veriliyor. Yeni yasayla aylık geliri ile karnını doyuramayan, geçinemeyen kişiden bugününü değil geleceğini düşünmesi beklenemeyeceği için hiç biri emeklilik primi ödemeye yanaşmayacaktır. Halen geçerli olan 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu gereğince vergiden muaf olan küçük esnaflar zorunlu Bağ-Kur’lu, tarım işiyle iştigal edenler 2926 sayılı Tarım Bağ-Kur’lu ve tarımda amele olarak çalışanlar da 2925 sayılı Kanuna göre Tarım SSK’lıdırlar. Sayılanların hepsi de hem sağlık, hem de emeklilik sistemi içindedir. Yeni tasarıyla nüfusunun yarısı tarımdan geçindiği için bir nevi tarım ülkesi sayılan bu ülkede tarımda çalışanlar ile işsizler emeklilik sistemi dışında kalacaklar. Emeklilik işçi, işveren ve memurların görebileceği bir hale getirilecektir. Yanlış olan başka bir hesap ise aylık geliri 140 lira olandan her ay 73 lira sağlık primi ödemesini beklemektir. Hali hazırda emekli olanlar hiç etkilenmeyecek desem de sosyal haklardan tabii ki etkilenecekler.

Emeklilerin maaşları düşecek
AYLIK 585 lira olarak asgari ücret düzeyinden çalışarak emekli olanlar; emekli edildiklerinde en düşük SSK emekli aylığı olan 547 lira emekli aylığı alıyor. Ancak, bu aylığın hikmeti, eski çalışan, yani 08.09.1999 günü öncesinde (Yaşar Okuyan’ın Çalışma Bakanlığı’ndan önce) işe girmiş olmalarıdır. Eski reform sonrası (1999) ama yeni reform öncesi (2008) işe girenlerin emekli aylığı 200 lira, yeni reform sonrası işe girenlerin ise 150 lira emekli aylığı olacak.

Süt ve cenaze parası düşürülüyor
DOĞUMDA hem kendisi hem de doğan çocuk reformdan önce veya sonra doğmasına göre sosyal haklardan farklı şekilde yararlanacaklar. Süt parası 1170 liradan 195 liraya indirilecek.

Bugün geçerli olan kanunlara göre;
l SSK’lı vefat ederse ailesine veya cenazeyi kaldıran kimselere 223,73 YTL,
l Bağ-Kur’lu vefat ederse 185,56 YTL,
l Memur vefat ederse 850,16 YTL cenaze yardımı veriliyordu.
Eski 5510 sayılı kanun gereğince, asgari ücretin üç katı tutarında yani bugünkü rakamlara göre 1755 YTL cenaze ödeneği ödenecekti. Yeni 5510 ile cenaze yardımı üç asgari ücretten (1755 liradan) iki asgari ücrete (1170 liraya) düşürülmüştü. TBMM’ye gönderilen yeni tasarıda ise asgari ücret kadar (585 lira) cenaze yardımı öngörülüyor.

Uygulama sadece esnaf ve işçiler için
Alt sınır aylığı memurlarda 720, vekillerde 3445 YTL. Bu uygulama sadece esnaf (Bağ-Kur’lu) ve işçiler (SSK’lı) için geçerli. Memurlarda alt sınır aylığının hesabı ne 1999’da değiştirilebildi ne de yeni reform ile 2008 sonrası için değişecek. Değişim her zaman olduğu gibi SSK’lı ve Bağ-Kur’lular için olacak. Mesela bugün en düşük memur aylığı 720 liradır, en düşük milletvekili emekli aylığı 3.445 liradır. Son olarak da 2008 sonrası yeni bir uygulama daha gelecek ve emekli olamamış milletvekilleri için 1440 lira olacak.

Gazetecilerden yılda 1 milyon YTL alınıyor
SOSYAL Güvenlik Reformu yasalaşırsa gazetecilerin yıpranma payı kalkacak. Böylece her yıl 90 gün fazla prim ödeyenler meslekte 10 yılını doldurunca, 2,5 yıla denk gelen 900 günlük prim kazanıyor. Tasarı yasalaşırsa, mesleğinde 10 yıldan bir gün bile eksik çalışanlar hiçbir hak elde edemeyecek; biriken yıpranma payı yanacak. Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpek, “4 yıla 1 yıl karşılık gelecek şekilde basın emekçilerinin yıpranma tazminatları vardı. Yaş hadlerinden en fazla 5 yıl düşülmesi söz konusu oluyordu. 30 yıllık bir hak. Bu hakkın şu anda tümden kaldırılması gündemde. Dolayısıyla bizim hesabımıza göre sadece gazetecilerden yıpranma payının karşılığı, Sosyal Güvenlik Kurumu’na ayda 1 milyon YTL aktarılıyor. Az bir miktar değildir. Şimdi bu yıpranmanın iptal edilmesi ile, SGK bu paradan mahrum olacak.”

CAMİ BASKINI

Cami baskınına kınama
Cami baskınına kınama

İSTANBUL’da Mehmet Emin Mescidi’nde sohbet dinleyen 110 kişinin bir baskınla gözaltına alınarak sabaha dek sorgulanmasına tepkiler büyüyor.

MESUT ACAR / İstanbul
ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Hülya Şekerci, Cami basarak 110 cemaati sabaha kadar gözaltında tutan jandarmayı kınayan bir basın açıklaması yaptı. Konuyla ilgili açıklama yapan Şekerci, “Mehmet Emin Mescidi önceki gece İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı birliklerce “basılmış” ve camide sohbet etmekte olan 110 kişi yaklaşık 20 kilometre ötede bulunan Kemerburgaz Jandarma Karakoluna götürülerek sabaha dek sorgulanmışlardır. Yetkililerin konuyla ilgili sorulara cevap sadedinde söyledikleri şey ise “zanlıların ifadelerinin alındıktan sonra serbest bırakıldıkları”ndan ibarettir. Bu “sözde” açıklamadan Mehmet Emin Mescidi’nin neden basıldığını, nasıl bir hukuki prosedürün işletildiğini, 110 kişinin hangi gerekçeyle zanlı konumuna oturtulduğunu ve sabaha dek süren sorgunun mahiyetini öğrenmek mümkün değildir” dedi.

Kimse yasaları keyfi kullanamaz
Şekerci, “Mescitleri suç mahalli, cemaati de potansiyel suçlu konumunda algılayan zihniyetin ülkeyi kışla zannetmesinin her gün değişik örneklerini yaşıyoruz. Devlet görevlilerinin alışkanlık haline getirdikleri yetki aşımı karşımıza hak gaspları şeklinde çıkmaktadır. Oysa yasal çerçeve bu kadar rahat bir biçimde aşılmamalıdır! Yasalar açıktır. Kimse yasaları keyfi bir tarzda yorumlamaya, zorlamaya ya da olmayan yasaklar ihdas etmeye kalkışmamalıdır” ifadelerini kullandı. Konuşmasının sonunda hükümeti de uyaran şekerci, “İnsanların en temel haklarından olan özgürlükleri sudan sebeplerle, temelsiz, delilsiz gerekçeler ileri sürülerek kısıtlanamaz. Bu konuda sorumluluk hükümetindir. Oysa hükümetin bu ve benzeri konulara yaklaşımı umutlu olmaya imkan vermemektedir” diye belirtti.

ALKOL

Rakamların Diliyle
Türkiye’de alkol kullanan kaç kişi var: 25 milyon •••
Alkol kullananlardan kaç tanesi bağımlı: 7 milyon
•••
Türkiye’de 1970 yılında kişi başına düşen alkollü içki miktarı: 1 litre
•••
En son araştırmalara göre Türkiye’de kişi başına düşen
yıllık alkol tüketim miktarı: 20 litre
•••
AB ülkelerinde kişi başına düşen yıllık alkol tüketim miktarı: 15 litre
•••
Özenti ve merak nedeni ile alkole başlayanların oranı: %48
•••
Türkiye’de alkole başlama yaş ortalaması: 11
(Uyuşturucu: 12)
•••
Yüksek öğrenime devam eden öğrencilerde alkol kullanım sıklığı: %12
•••
Türkiye’de işlenen cinayetlerin ne kadarı alkol yüzünden: %88
•••
Boşanma olaylarının ne kadarında alkol önemli rol oynuyor: %80
•••
Peki, trafik kazalarının ne kadarında alkol baş rolde: %70
•••
Ya, akıl hastalıklarının ne kadarı alkol kaynaklı: %50
•••
Fransa’da, her sene alkolün doğrudan veya dolaylı etkisiyle ölen kişi sayısı: 60 bin
•••
Fransa’da her sene alkolik anne-baba sebebi ile doğan geri zekâlı ve sakat çocuk sayısı: 300 bin
•••
Türkiye’de sigara içen insan sayısı: 30 milyon
•••
Dünyada sigara içen insan sayısı: 1 milyar 250 milyon

Türkiye’de her yıl sigara kullanımına bağlı hastalıklardan ötürü
hayatını kaybeden insan sayısı: 100 bin

Her Şey İlk Kadehle Başlar

Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı

HERKES çok içki içmenin vücuda zararlı olduğunu kesinlikle kabul eder. Ancak bazıları; “Evet, şüphesiz içki içmek zararlıdır. Ancak bu çok fazla içilirse meydana gelir. Az içilirse zararı olmaz” derler. Böyle söyleyenler ve buna inananlar, ancak kendilerini aldatırlar. Bugün kesin deliller göstermiştir ki, içki az miktarda da alınsa, kesinlikle vücuda zararlıdır. Hatta beyin hücrelerinde ve vücudun diğer taraflarında bulunan hücrelerdeki tahribat ilk alınan içki ile başlamaktadır.

Alkolün vücuttaki akıbeti

Bir yudum bira veya şarap içen bir şahsa en çok tesiri olan unsur, içkinin yapısında bulunan ve suda çok çabuk eriyen etil alkoldür. Etil alkol o kadar süratle erir ki, içilen her yudum alkolün bir kısmı, daha yutmadan önce, dil ve diş etleri arasından doğruca kana karışır. Alkolün geri kalan kısmı da ne parçalanır, ne de normal yiyecekler gibi hazmolur. O da mideden ve ince bağırsaklardan süratle kana karışır. Alınan alkolün kalın bağırsaklara geçişi pek enderdir. Bu emilme o kadar çabuk olur ki içki ile doldurulan bir midedeki alkolün % 9O’ı, bir saatte kanın içerisindedir. Kanda erimiş olan alkol, kısa bir zamanda vücudumuzdaki bütün organlara, bilhassa beyin gibi yüksek su ve kan içeren organlara gider.

Fizyoloji bilginleri uzun süreden beri içkinin birçok bilinen tesirlerinin, alkolün beyindeki faaliyetlerinden ileri geldiğini biliyorlardı. Hatta onlar, kana karışan alkolün miktarı ile beyinde etki ettiği alan arasında bir alâka olduğunu buldular. Meselâ 70 kiloluk bir adam, aç karnına iki şişe bira içerse, kanında eriyen alkolün miktarı % 0.05’i (onbinde beş) bulur. Kandaki bu miktar alkol ile beynin dış yüzeyinin, bilhassa endişe ve merakla alâkalı merkezlerin normal faaliyeti zarar görür. İçki içen kimseye yalancı bir iyilik hâli verir. Tıpta buna ‘öfori’ denir. Bu durumda şahsın kendi kendisini kontrol mekanizması kaybolmuştur. Sarhoş gelişigüzel ve abuk sabuk konuşmaya başlar. Yaptığı her işin en iyisini yaptığına emindir. Meselâ bir sarhoşa daktiloda yazı yazdırsanız, (sarhoş olmadan önce iyi yazsa da); hatalarla dolu bir yazıyı önümüze getirecektir. Ama o, en hatasız bir yazı yazdığını zanneder. Ayrıca bu devrede otomobil kullanan şoförlerin kaza yapma ihtimali artmıştır. Bu ihtimal, sarhoşluk arttıkça daha da artacaktır.

fiayet bir sarhoş, kanındaki alkol nisbeti binde bir yükselecek kadar içki kullanırsa, beynin arkasında bulunan motor merkezlerdeki faaliyet bastırılacaktır. Bu ise şahsın adalelerine hâkim olabilme kabiliyetinin yavaş yavaş kaybolmasına yol açacaktır. fiayet kandaki alkol nisbeti binde iki yükselirse, orta beynin daha derin kısımları tesir altında kalacak ve sarhoşu bir rehavet basacaktır. Alkol nisbeti binde beş’i geçerse, beynin en alt kısmındaki solunum merkezleri felce uğrayacak ve sarhoş baygınlığın ardından hayatını kaybedecektir.

Kılcal damarların tıkanması

Alkolün beyin üzerindeki bu zincirleme tesirlere ne şekilde sebep olduğu meselesi fizyoloji bilginleriniuzun müddetten beri uğraştırıyordu. 1940 yılından bu yana sayıları çoğalan araştırmacılar, alkolün bu tesirlerinin direkt değil, dolayısıyle olduğunu anladılar. fiöyle ki, beyin hücreleri, normal faaliyetlerinin devamı için, bütün vücut hücrelerinde olduğu gibi, oksijene muhtaçtırlar. İşte alkol, beyin hücrelerini oksijenden mahrum ederek, beynin farklı kısımlarına etki eder. Bu teori kuvvetli desteğini şu misâlde bulur: Çeşitli çalışmalar göstermiştir ki, bir pilot 2700 metrenin üzerine çıkınca, âdeta sarhoş bir şahsın hâline benzer uyuşukluk hâlini hissedebilir. Aynı pilot, oksijen maskesi takmadan 5400 metrenin üzerine çıkacak olursa, oksijensizlikten solunum merkezinin faaliyeti duracak ve pilot hayatını kaybedecektir.

Güney Carolina Tıp Üniversitesinden Prof. Dr. Melvin H. Knisley ve çalışma arkadaşları, yaptıkları çeşitli tecrübelerle alkolün beyin hücrelerini nasıl oksijenden mahrum ettiğini göstermişlerdir.

Normal ve sıhhatli bir insanda kalb, kanı atar damarlardan geçirerek vücudun bütün organlarına yayılan çok ince kılcal damarlara kadar pompalayacak biçimde yaratılmıştır. Kılcal damarlarda seyreden alyuvarların taşıdığı oksijen, dokulara verilir ve dokularda birikmiş artıklar ve karbondioksit kana geçer. Bu oksijen ve karbondioksit alış verişinin devamı ile dokuların hayatiyeti devam eder. Sıtma ve tifo gibi elliden fazla hastalık tipinde ise, bazı sebeplerden dolayı alyuvarların kümeler hâlinde pıhtılaşmasından dolayı ince olan kılcal damarlar tıkanır. Neticede dokular oksijensiz kalır ve dokulardaki hücreler ölürler.

İçki ve göz

İşte alkol, yukarıda bahsi geçen hastalıklardakine benzer mekanizma ile, kapillerde tıkanmaya, dolayısıyle oksijensiz kalan o bölgelerdeki dokularda bulunan hücrelerin ölümüne yol açmaktadır. Dr. Knisley, çalışmasında göz küresi saydam tabakasının hemen altında yayılmış bulunan kılcal damarları ışıklandırmıştı. Böylece, bu araştırmacı, insanda görülen elliden fazla hastalıklarda, kanda pıhtılaşma ve kılcal damarlarda tıkanma olduğunu tesbit etti. Araştırıcının en enteresan tesbiti ise, alkolle ilgili idi. Dr. Knisley, alkol verdiği hayvanlarda da bu pıhtılaşmayı gördü. Öyle ki, hayvana verilen alkol yüzdesi arttıkça, gözün kılcal damarlarında deveran eden kandaki alyuvarlarda da, pıhtılaşma oranı artmakta idi.

Dr. Knisley ve arkadaşları, özel bir hastanede yatan alkol ile zehirlenmiş hastaları 17 ay gibi uzun bir zaman süresince incelemeye tâbi tuttular. Hasta yatırıldığı zaman araştırmalarda objektif olabilmek ve sonra kandaki alkol yüzdesini ölçmek için, hastadan kan aldılar. Gruptan iki kişi, hastanın göz kılcal damarlarını dikkatle incelediler. Netice olarak da, kandaki alkol miktarı arttıkça, gözdeki kılcal damarlarda kan akış hızının yavaşladığını buldular. Kandaki alkol yüzdesi arttıkça, tıkanmış kılcal damar sayısı da artmaktadır. Alkol yüzdesi en yüksek olanlarda, önemli sayıda kılcal damarlar tahrip olmakta ve gözde kanlanmalar oluşmaktadır.

Beyin ne durumda?

Normal olarak bir insan beyninde, milyarlarca sinir hücresi (nöron) bulunur. Bu hücrelerin bir özelliği doğumdan sonra, ölüme kadar sayılarının sabit kalmasıdır. Yani sinir hücreleri doğumdan sonra sayıca çoğalmazlar. İşte, yukarıda bahsedildiği gibi, alkol göz yuvarlağındaki kılcal damarları tıkayıp hücrelerde ölüme sebep olduğu gibi, beyinde de aynı neticeye sebep olmaktadır. İlk kadeh içkide dahi, beyinde bazı kılcal damarlarda tıkanmaya, dolayısıyla de birkaç bin sinir hücresinin oksijensizlikten ölümüne yol açmaktadır. Bu içki alışkanlığı devam ederse, alkol, beyinde telâfisi kesinlikle mümkün olmayan, milyonlarca sinir hücrelerinin ölümüne yol açacaktır.

Dr. C. B. Courville isimli meşhur bir nöropatolog, alkolün sinir sistemi üzerindeki tesirlerini, Effects of Alcohol on the Nervous System of Man isimli kitabında neşretmiştir. Bu araştırıcı, kendi otopsi incelemelerine dayanarak, uzun seneler alkol almış şahısların beyinlerinin, adeta içine su çekilmiş sünger gibi ödemli (sıvı birikmiş) olduğunu söylemiştir. Ayrıca aynı kişilerin beyinlerinde çok sayıda küçük kanama odakları olduğunu, damarlarda fazlaca bir kan birikimi bulunduğunu da belirtmiştir. Dr. Courville, alkolik şahısların beyinlerinin kanamaya daha müsait olduğunu, normal şahısları öldürmeyecek darbelerde bile alkoliklerin öldüğünü kaydediyor.

Alkolizm ve delilik

Norveçli psikiyatrist Dr. Otto Haugh, kendi geliştirdiği çalışmalarıyla, alkolik şahısların beyinlerindeki tahribatı açıkça göstermiştir. Bu şahıs, özel bir metodla, lokal anestezi altında omurilikten az miktarda beyin omurilik sıvısı almakta ve bunun yerine beyine zararı olmayan hava vermektedir. Hava, beyin boşluklarındaki sıvının yerini almakta, beyin hudutları görülmektedir. Alkolik şahıslarda beyindeki bu boşlukların büyüdüğü, röntgen filminde farkedilmektedir. Bu alkolik beyninin tükenmesi değil de nedir? fiaşırtıcı bir sonuç, bira içenlerde beyin hasarının, alkol yüzdesi en fazla içkilerden olan viski içenlerdeki kadar, hatta daha fazla olması idi.

Amerika Birleşik Devletleri’nde akıl hastanelerine yatırılan hastaların büyük ekseriyeti orta veya uzun müddet içki içtiklerine dair hikâye vermektedirler. Psikiyatrik hastalardan, alkolizm hikâyesi olanlar kesinlikle bilinmemekle beraber, % 25-33 oranında olarak tahmin edilmektedir. Alkol alanlar, kendi kendilerini deliliğe hazırladıklarını unutmasınlar.

Karaciğer ve diğer organlar

Hekimler, karaciğer siroz hastalığının alkoliklerde, içki içmeyenlere göre, sekiz misli daha fazla görüldüğünü çoktan beri biliyorlardı. Ancak bunun sebebi Dr. Knisley’in grubunun çalışmalarıyla anlaşılmıştır. Alkol beyinde yaptığı gibi, karaciğer ve diğer organlarda da kılcal damarların tıkanmasına yol açmaktadır. İşte devamlı içki kullanan şahısların organları, oksijen yokluğundan dolayı hücrelerin ölmesine sebep olmakta, bu da çeşitli bozukluklar hâlinde kendisini göstermektedir.

Netice

Bütün bu anlatılanlar bize ne söylüyor: “Alkolün azı da çoğu da zarardır” demiyor mu? Ve dinimizin, “Çoğu haram olanın azı da haramdır emrini” hatırlatmıyor mu?

4 Aralık 2007 Salı

Uçak kazası ve nükleer gelecek

Uçak kazası ve nükleer gelecek
Uçak kazası ve nükleer gelecek

ISPARTA’DAKİ feci kaza yazı gündemini değiştirdi. Uçak kazası önümüze pekçok yeni tartışma getirdi. Havaalanlarının yetersizliği, uçak modellerinin hangisinin daha güvenli olup olmadığı gibi. Bunları uzmanları tartışıyor. Biz de anlamaya çalışıyoruz.
Ancak kazada hayatını yitiren ve her biri kendi alanında önemli isimler olan akademisyenler, bambaşka bir gündemi karşımıza çıkardı.
Uçak kazasının nedeni ya da nedenleri bilinmiyor. Büyük ihtimalle de kesin bir sonuca ulaşılamayacak. Ancak şurası bir gerçek. Kazada hayatını kaybeden değerli uzmanlar, daha doğrusu uzmanlık alanları zihinlerde pekçok soru işaretine neden oldu. Nitekim dünkü Akşam’da Serdar Turgut’un değerlendirmesi çok açık:
‘O uçuşun sonu hangi şirket hangi uçak olursa olsun böyle olacaktı. Çünkü Türkiye’nin geleceği açısından çok ama çok önemli olan altı bilim adamı da o uçaktaydı ve bir kaza ile önemli bir proje ortadan kaldırıldı.’
Böyle bir işi kim yapar, nasıl yapar ve neden yapar sorularına pekçok cevap bulunabilir… Bir kere şunu kabul edelim. Bölgemizdeki sıcak bir tartışmanın bizde nasıl bir karşılığı olduğu üzerinde yeterince kafa yormadığımız ortaya çıktı.
Oysa hemen yanıbaşımızda kıyamet kopuyor. İran, uzun zamandır ‘nükleer program’ konusunda uluslararası alanda ABD ile bilek güreşi yapıyor. Amerika, İran’ın bu teknolojiyi silaha dönüştürme amacında olduğunu öne sürüyor. İran, amacının barışçıl olduğunu savunuyor…
Nükleer enerji, daha geniş bir ifadeyle nükleer program, artık Türkiye’nin sıcak gündemindedir. Olmak zorundadır.
Nükleer enerji yasası geçen ay Meclis’te kabul edilerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylandı. O günden bu yana eleştirilerin dozu da arttı.
Nitekim dün Başbakan Tayyip Erdoğan bu eleştirileri şöyle cevapladı: ‘Türkiye’de defans oyuncuları çok; ama biz ofansif yaklaşım arıyoruz. Buna çok ihtiyacımız var; fakat bunlar hep defans yapıyor, duvar örüyorlar, ‘geçemezsiniz’ diyorlar. Biz geçmeye mecburuz.’
Yoruma ihtiyaç duymayacak kadar açık ifadeler bunlar.
(NASUHİ GÜNGÖR / STAR)

Osmanlı’nın yıkılışından nasıl ders alacağız?

Osmanlı’nın yıkılışından nasıl ders alacağız?
Osmanlı’nın yıkılışından nasıl ders alacağız?

Prof. İnalcık'ın temel tezine göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasında asıl amil Batılı güçlerdir. Bu verilmiş bir karardır. Batı daha sonra bunun araçlarını hazırlamıştır. Onların başında da (mikro) milliyetçilikler gelir...
Bu işlere hiç alışkın olmayan toplumumuz için hemen belirtelim ki geçen haftalarda entelektüel hayatımızda çok üst düzeyde bir polemik başladı. Tarihçiliğimizin büyük doruğu Prof. Halil İnalcık'ın değerli yazarımız Taha Akyol'a gönderdiği bir not üstüne, 19. yüzyıl entelektüel tarihimizin abide diye tanımlanabilecek kitaplarını yazmış olan Prof. Şükrü Hanioğlu uzun bir yanıt verdi ( Zaman, 2223 Kasım 2007). Gene bu tür tartışmalarda görmediğimiz bir üslup nezaketini muhafaza ederek yazdığı yazısında Hanioğlu benim çok önemsediğim bir görüşü dile getirdi.
Osmanlı ve dış güçler
Prof. İnalcık'ın temel tezine göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasında asıl amil Batılı güçlerdir. Bu verilmiş bir karardır. Batı daha sonra bunun araçlarını hazırlamıştır. Onların başında da (mikro) milliyetçilikler gelir. Yunan, Bulgar milliyetçiliğini güden çeteler Batı tarafından kışkırtılır. Sürdürülen mücadelenin sonunda daima kongreler toplanır ve oralarda daima Osmanlı'nın aleyhine olan kararlar alınır. Yıkılış bu yoldan sağlanmıştır.
Osmanlı'nın zayıf merkezi
Hanioğlu, Prof. İnalcık'ın bu tezine itiraz ediyor. Osmanlı'nın yıkılmasında Batı'nın, mesela “Doğu Sorunu” türünden yaklaşımları elbette amil olmuştur. Fakat ortaya çıkmış milliyetçilik meselesi sadece komitacıların kışkırtılmasına ve Batı'nın istemesine bağlanamaz. Milliyetçiliğin Osmanlı'yı yıkan bir unsur olmasında 19. yüzyıldaki Osmanlı devlet yapısının ve işleyişinin önemli bir payı vardır. Bugüne de ışık tutan bu noktayı biraz açalım.
Hanioğlu'na göre, 19. yüzyılda çok çeşitli nedenlere “çevre” “merkez”e yeni sosyaldemokratik talepler iletmeye başlamıştır. Bu taleplerin ortaya çıkması doğal ve kaçınılmazdı. Merkez onları algılamakta, esneklik göstermekte, kabul etmekte yetersiz kaldı. Söz konusu taleplere sırtını döndükçe bu tutum milliyetçilik temelinde bir araya gelen çekirdek kuvvetlerin güçlenmesine yol açtı. Tersinden söyleyecek olursak milliyetçilik çevreyi bir arada tutan ve merkeze karşı güçlendiren bir etken oldu ve bu Osmanlı yönetiminin içe dönüklüğünden, dışa kapalılığından kaynaklandı. Osmanlı farklı davransaydı bunun tersi de olabilirdi. Batı devre dışı kalabilirdi. Rum, Ermeni, Yunan, Bulgar, Sırp, Kürt milliyetçiliklerinin o derecede güçlenmesinin altında yatan neden budur.
Ve bugün...
Aynı koşulların bir anlamda bugün de devam etmediği söylenebilir mi?
Hanioğlu'nun çok kuvvetli ve “alimane” biçimde yazdığı uzun yazıdan iki sonuç çıkarılabilir. O sonuçların birine göre, evet, bugün de durum aynıdır.
İkinci sonuç şu: Bugüne kadar Türk siyasal yapısını tahlilde çok kullandığımız merkezçevre ikiliği (dikatomisi) Hanioğlu'nun analiziyle çok farklı fakat çok somut bir noktaya oturuyor. Çevre, talepleri olan, canlı, dinamik bir “organizma”ya dönüşüyor. Sorun merkezin ona kapalılığı.
Hanioğlu'nun bundan sonraki yazısı bence buna dönük olmalı, merkezdeki kapalılığın nedenlerini büyük bir tarihçi olarak bize anlatmalıdır. İnalcık hocanın görüşlerini de bekliyoruz elbette.
(H. BÜLENT KAHRAMAN / SABAH)

İNSANİ KALKINMA RAPORU’NDA ŞOK TESPİT

Trinidad Tobago’nun GERiSiNDE KALDIK
İNSANİ KALKINMA RAPORU’NDA ŞOK TESPİT

Trinidad Tobago’nun GERiSiNDE KALDIK

Türkiye’nin acı gerçeği BM Kalkınma Programı’nın raporuna da yansıdı. Yoksul insanların sayısındaki artış dünyanın tehlikeli bir kırılma noktasına doğru gittiğini gösteriyor.

Tartışmalar arasında kaynadı
BİRLEŞMİŞ Milletler Kalkınma Programı 2007 senesi İnsani Kalkınmışlık Raporunu yayınladı. Rapor, uçak kazası, milli maç ve sınır ötesi operasyon tartışmaları arasında kaynadı. Hükümetin hoşnut olmadığı ve kamuoyundan adeta kaçırılan raporda, ülke vatandaşlarının ortalama ömrü, eğitimin ortalama durumu ve gerçek gelir seviyeleri ölçülerek insani kalkınma durumu belirlendi.

Raporda Türkiye 84. sırada
İNSANİ Kalkınma Endeksi’nde Türkiye, 177 ülke içinde 84. sırada bulunuyor. İnsani Gelişme Endeksi’nde Türkiye, Saint Lucia, Kolombiya, Ukrayna, Samoa Adaları, Tayland, Dominik, Çin, Ermenistan, İsrail, Yunanistan, Slovenya, Kıbrıs, Arjantin, Şili, Slovakya, Litvanya, Estonya, Letonya, Tonga, Trinidad-Tobago, Romanya, Makedonya ve Brezilya’nın arkasında yer aldı.

HABER MERKEZİ
Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 2007 senesi İnsani Kalkınmışlık Raporunu yayınladı. Başında Kemal Derviş’in bulunduğu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)’nın ‘İnsani Kalkınma Raporu’, gündem yoğunluğu yüzünden kaynadı. 27 Kasım 2007 tarihinde açıklanan Rapor, uçak kazası, milli maç ve sınır ötesi operasyon gündemi arasında üzerinde durulmadan geçiştirildi.

“Kırılma noktası”na doğru
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişme Raporu, dünyanın en yoksul ülkeleri ve onların en yoksul vatandaşları başta olmak üzere dünyayı aşağıya doğru bir sarmalın içine hapsedebilecek, milyonlarca insanı yetersiz beslenmeyle, su eksikliğiyle, ekolojik tehditlerle ve geçim kaynaklarının yok olmasıyla karşı karşıya bırakabilecek bir “kırılma noktası”na doğru sürüklendiğine dikkat çekiyor.

Hükümetin hoşnut olmadığı ve kamuoyundan adeta kaçırılan raporda, ülke vatandaşlarının ortalama ömrü, eğitimin ortalama durumu ve gerçek gelir seviyeleri gibi parametreler ölçülmüş.

RAPORA GÖRE ÜLKELERİN KONUMLARI:
Türkiye’de Ortalama hayat süresi; 71.4 yıl. 15 yaş üstü nüfus için okuma yazma oranı ise yüzde 87.4. Türkiye’de Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla ise 8.407 dolar. Rapora göre Türkiye bu durumu ile 2007 İnsani Kalkınma Endeksi’nde, 177 ülke içinde 84. sırada bulunuyor. Rapora göre Türkiye, insani gelişim endeksi değeri oranında ise OECD bölgesi içinde son sırada. İzlanda’nın birinci olduğu sıralamada, Brezilya, Çin ve Hindistan dahil olmak üzere birçok ülkede insani gelişme son 30 yılda artmış. Yunanistan ise insani gelişim endeksi oranında Türkiye’ye fark atarak, 24’üncü sırada bulunuyor.
Ortalama ömür, eğitim ve ayarlanmış gerçek gelir alanlarındaki seviyelerin ölçüldüğü, İnsani Gelişme Endeksi’nde (HDI) Türkiye şu ülkelerden geride kaldı: Saint Lucia, Kazakistan, 74 Venezüella, Kolombiya, Ukrayna, Samoa Adaları, Tayland, Dominik Cumhuriyeti, Çin, Ermenistan, Israil, Yunanistan, Slovenya, Kıbrıs, Barbados, Çek Cumhuriyeti, Malta, Macaristan, Arjantin, Şili, Slovakya, Litvanya, Estonya, Letonya, Uruguay, Hırvatistan, Kosta Rika, Bahamalar, Küba, Meksika, Tonga, Trinidad-Tobago, Romanya, Malezya, Bosna Hersek, Arnavutluk, Makedonya ve Brezilya.

1 Aralık 2007 Cumartesi

İSLAM BİRLİĞİ’NİN MÜSLÜMANLARA KAZANDIRACAKLARI

İSLAM BİRLİĞİ’NİN MÜSLÜMANLARA KAZANDIRACAKLARI

1. BÖLÜM

Giriş

Güzel ahlaka dayalı olarak kurulacak bir İslam Birliği, tüm dünyada adalet, huzur ve güvenin yerleşmesine vesile olacaktır.

20. yüzyılın ikinci yarısında başta Filistin olmak üzere Bosna, Kosova, Karabağ, Keşmir, Açe gibi bölgelerde yaşanan gelişmeler Müslüman dünyasını önemli bir gerçekle karşı karşıya getirmiştir. Binlerce sivilin hayatını kaybettiği, çocukların yetim kaldığı, vahşetin ve şiddetin doruğa tırmandığı bu bölgelerde, Batı dünyası, yaşanan insanlık dramına ya hiç tepki göstermemiş, ya da çok geç tepki göstermiş ve gereken tedbirlerin alınması konusunda ağır davranmıştır. Bu durum, İslam dünyasının üstlenmesi gereken sorumluluğu Müslümanlara bir kez daha hatırlatmıştır: Müslüman halkların haklarının korunması, ihtiyaçlarının gözetilmesi herkesten önce diğer Müslümanların sorumluluğudur ve İslam dünyasının bu konuda son derece aktif ve atak olması zorunludur. Müslüman ülkelerin, tüm Müslümanların güvenliğini garanti altına alabilecek bir güç konumuna gelmesi ancak İslam dünyasının uluslararası siyaset sahasında tek bir ses olarak temsil edilmesi ile mümkün olacaktır. İslam dünyası askeri, siyasi ve ekonomik olarak tek blok olmak zorundadır.


Hal böyleyken, İslam dünyasında gereken birlik ve beraberlik henüz tam anlamıyla sağlanamamıştır. Avrupa'nın neredeyse tüm devletleri, siyasi, ekonomik ve kültürel bir birlik olan "Avrupa Birliği" çatısı altında toplanmış iken; Müslümanlar yeteri derecede iş birliği kuramamış durumdalar.

Hatta yakın geçmişte, kimi İslam ülkeleri arasında derin anlaşmazlık ve ihtilaflar olmuştur. İran-Irak Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i işgali, Pakistan-Bangladeş savaşı gibi Müslüman ülkeler arasında geçen savaşlar yaşanmıştır. Müslüman ülkelerde çoğunlukla etnik ve siyasi sorunlar nedeniyle yaşanan iç savaş ve çatışmalar da -örneğin Afganistan'da, Yemen'de, Lübnan'da, Irak'ta veya Cezayir'de olduğu gibi- İslam dünyasının, olması gerektiği gibi olmadığını açıkça göstermektedir.

BİRLİK RUHUNU YAŞATMAK

Yüce Rabbimiz Allah, tüm Müslümanların tam bir birlik ruhu içinde yaşamalarını ve hareket etmelerini emretmiştir. Yüce Rabbimiz, Müslümanların "sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi" (Saff Suresi, 4) olmalarını gerektiğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...”(Ali İmran Suresi, 103)

Yüce Rabbimiz, Müslümanlar’ın birlik olmadıkları takdirde güçlerinin azalacağını ise Kuran-ı Kerim’de şu şekilde bildirmiştir:

“Allah'a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

Bu ayette, günümüz dünyasında Müslümanların neden gerektiği kadar güçlü olmadıklarının da asıl sebeplerinden biri bildirilmektedir: “Birlik Ruhu İçerisinde Olmamak”

Eğer tüm Müslümanlar güç birliği yaparsa; İslam ülkelerini kalkındırmak, imar ve inşa etmek; zulüm gören Müslümanlara yardım eli uzatmak ve onları korumak için gerekli fikri mücadeleyi yürütmek; İslam’ın getirdiği güzel ahlakı tüm dünyaya en güzel biçimde anlatmak; sözde İslam adına ortaya çıkan terörizm gibi sapkın akımları dizginlemek; tüm insanlığın hayrına olacak bilimsel, sanatsal, kültürel gelişmeler kaydetmek gibi pek çok başarıyı Yüce Rabbimiz Müslümanlara nasip edebilir.

Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'nin ifadesiyle; “İslam dünyası için önemli tehlike, "cehalet, zaruret (fakirlik) ve ihtilaftır". Bunları "sanat, marifet, ittifak" yoluyla yenmek gerekmektedir. (Divan-ı Harbi Örfi sf. 15) İttifak belki bunların içinde en önemlisidir, çünkü ittifak sayesinde tüm Müslümanlar "sanat ve marifetlerini", yani tüm yetenek ve bilgilerini birleştirip, İslam'a büyük hizmetlerde bulunabilirler.

İslam dünyasının geçmişteki ihtişamına benzer bir ihtişamın bugün de yeniden inşa edilmesi, Müslümanların yeniden dünyaya ışık tutan “kültür ve medeniyet önderleri” olmaları mümkündür. Kişisel menfaat endişelerini bir kenara bırakan, farklılıkları hoşgörü ile karşılayan, gücünü ve enerjisini yalnızca İslam'ın, Müslümanların ve insanlığın hayrına kullanan, çoğulculuktan yana olan, uzlaşmacı ve barışsever bir kültür Müslümanlar arasında egemen olursa, İslam dünyası 21. yüzyılın en büyük medeniyetlerinden birini inşa edebilir.

Sevgi, merhamet, anlayış, tolerans gibi İslam ahlakının da temeli olan değerler sayesinde, bugün bir kısım Müslüman ülkelerde hakim olan despot yönetimlerin de sonu gelecek, kültürel ve ekonomik olarak kalkınma sağlanacak ve dünyanın çeşitli bölgelerinde baskı altına alınan, zulme uğrayan, acımasızca katledilen Müslümanlar barışa ve güvenliğe kavuşacaktır.

Kendi içinde beraberliği sağlamış İslam dünyası, dünya barışının da güvencesi olacak, bazı radikal unsurlar ve "medeniyetler arası çatışmadan" yana olanlar teorilerine gerekçe olarak öne sürebilecekleri ortamı bulamayacaklardır. Bütün bunların sonucunda ise, Allah'ın izni ile, asr-ı saadet döneminin bir benzeri 21. yüzyılda yeniden yaşanacaktır.


2. BÖLÜM

İSLAM BİRLİĞİ MÜSLÜMANLARA EKONOMİK GÜÇ VE REFAH ARTIŞI SAĞLAYACAKTIR

Ekonomik ve teknolojik olarak kalkınmaya ihtiyaç duyan Müslüman ülkelerde istikrarın sağlanması için atılacak en önemli adım, İslam Birliği altında birleşilmesi olacaktır.

Şüphe yok ki, ekonomik iş birliği, hem istikrarın sağlanması hem de kalkınma açısından büyük önem taşımaktadır. Pek çok Müslüman ülkenin acil ihtiyacı, ekonomisinin istikrara kavuşması ve sağlam temeller üzerine oturtulmasıdır. İslam dünyasında endüstrinin gelişimine önem verilmesi, gerekli yatırımların yapılması zaruridir. Bütün olarak bir kalkınma projesi geliştirmek gerektiği de açıkça görülmektedir.

Eğitim, ekonomi, kültürel yapı, bilim ve teknoloji bir arada gelişmelidir. Bir yandan çalışma alanları teknolojik olarak geliştirilirken, öte yandan çalışanların eğitim düzeyinin ve kalitesinin artırılması sağlanmalıdır. Toplumlar daha üretici olmaya özendirilmelidir. Çoğu Müslüman ülkede yaşanan yoksulluğun, eğitimsizliğin, gelir dağılım dengesizliğinin ve diğer sosyo-ekonomik sıkıntıların ortadan kaldırılmasında ekonomik iş birliklerinin büyük katkısı olacaktır. Serbest ticaret alanları oluşturularak, gümrük birliği sağlanarak ve ortak pazarlar meydana getirilerek bu iş birliği kurulabilir.

İSLAM COĞRAFYASI ZENGİN YERALTI KAYNAKLARINA SAHİPTİR

Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu dünya ticaret yollarının önemli kesişme ve geçit bölgelerinde yer almaktadır. Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan, Akdeniz'i ve Basra Körfezi'ni Hint Okyanusu'na bağlayan boğaz ve kanalların ve Hint Okyanusu'ndaki ana geçit noktalarının Müslümanların kontrolünde olduğu düşünüldüğünde, İslam dünyasının küresel dengeler açısından taşıdığı önem daha iyi anlaşılacaktır.

Buna bir de petrol, doğal gaz gibi stratejik yer altı kaynakları açısından dünyanın en zengin topraklarının İslam coğrafyasında bulunduğu gerçeği eklendiğinde, tablo daha da netleşmektedir. Bu özelliklerin hepsi İslam dünyası için büyük birer stratejik imkandır ve bu imkanların iyi değerlendirilmesi Müslümanların dünya siyasetindeki etkinliklerinin artması anlamına gelmektedir.

Sadece Basra Körfezi bölgesi, bugüne kadar keşfedilmiş dünya petrol rezervlerinin 2/3'sini barındırmaktadır. Petrolün yanı sıra, Ortadoğu'nun dünya gaz rezervinin yaklaşık %40'ına sahip olduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Ayrıca Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de doğal gaz ve petrol açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Müslüman ülkelerin bu avantajı, bazılarınca enerji yüzyılı olarak adlandırılan 21. yüzyılda daha da önem kazanacaktır. Ne var ki, İslam coğrafyası sahip olduğu bu avantajdan gereği gibi faydalanamamaktadır.

MÜSLÜMAN ÜLKELERİN BİRBİRLERİNE EKONOMİK DESTEK VERMELERİ İSLAM AHLAKININ BİR GEREĞİDİR

Çoğu Müslüman ülkede -kaynaklar zengin olmasına rağmen- üretimi artıracak ya da çıkarılan kaynağın ülke sanayisinde kullanılmasını sağlayacak gerekli alt yapı ve teknolojik imkânlar yetersizdir.

Müslüman ülkelerin ekonomilerinin işleyişi ve yapıları arasında farklılıklar vardır. Bazı ülkelerin ekonomisi yeraltı zenginliklerine (petrol zengini ülkelerde olduğu gibi) dayalı iken, bazılarının ekonomisi (coğrafi yapılarının elverişli olması nedeniyle) tarıma dayalıdır. Ekonomi yapısındaki bu farklılıklar ortak yatırımlar ve girişimler sayesinde önemli bir zenginlik kaynağına dönüştürülebilir. Bu da ancak İslam Birliği ile sağlanabilir.

Örneğin, bir ülkede petrol üretilirken, belki bir diğerinde bu petrol işlenecek, tarım imkânları sınırlı olan bir İslam ülkesinin ihtiyaçları da tarım zengini ülkeler tarafından giderilecektir. Böylece hem iş imkânları artacak hem de Müslüman toplumlarda gelir seviyesi yükselmeye başlayacaktır. Ayrıca Müslüman ülkeler arasında oluşacak bilgi birikimi ve tecrübe paylaşımı bereketi artıracak, teknolojik gelişmelerden tüm Müslümanlar gereği gibi yararlanacaklardır.

Müslüman ülkelerin birbirlerine ekonomik destek vermeleri İslam ahlakının bir gereğidir. İhtiyaç içinde olana yardım etmek ve sosyal dayanışma Müslümanların önemli özelliklerindendir. Kur’an-ı Kerim'de pek çok ayette, “ihtiyaç içinde olanların korunması” emredilmiştir. Toplum içindeki sosyal yardımlaşmanın toplumlararası düzeyde de yürütülmesi gerekmektedir.

İslam dünyasının imkanlarını ve gücünü birleştirmesini sağlayacak ortak girişimler ancak merkezi bir kurumun önderliği ve koordinasyonuyla gerçekleştirilebilir.

Bunun sağlanması ise, İslami bir kültürel uyanışla mümkündür. İslam Birliği, hem bu kültürel uyanışa, hem de onun sonuçları olan siyasi ve ekonomik iş birliklerine öncülük edecektir.

Yüce Rabbimiz Kuran’da, ihtiyaç içinde olanların korunup kollanmasını ve yardımlaşmayı emretmiştir:

“Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar…“(Nur Suresi, 22)

“Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin…” (Talak Suresi, 7)

İslam ülkeleri arasında, kardeş olmanın bilinci ile kurulacak iş birlikleri, Müslümanlara refah ve bolluk getirecek, İslam dünyasının yıllardır önemli sorunlarından biri olan yoksulluğun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.

3. BÖLÜM

İSLAM BİRLİĞİ HUZUR VE GÜVENLİĞİ SAĞLAYACAKTIR

İslam Birliği, hem Müslümanlar arasında yaşanan uyuşmazlıklara çözüm getirecek hem de Müslümanlar ile başka güçler arasındaki savaş ve çatışmaların son bulmasını sağlayacaktır.

Dünyanın bazı bölgelerinde yaşanan istikrarsızlıklar, yalnızca bu bölgeyi etkilemekle kalmaz tüm dünyayı olumsuz yönde etkiler. İslam coğrafyası işte böyle bir bölgedir. İslam dünyasının herhangi bir bölgesinde yaşanan sorun da, tüm bu coğrafyayı doğrudan etkilemektedir.

Ortadoğu'da oluşan bir gerilimin, Kuzey Afrika'da etkisi hissedilir. Hazar'da yaşananlar Ortadoğu bölgesinin geleceğini etkiler. Basra Körfezi'nde meydana gelenler Güneydoğu Asya'yı doğrudan ilgilendirir. Bu da, Müslüman coğrafyasının herhangi bir bölgesinde çatışma, sorun, gerilim varsa bunun rahatsızlığının tüm İslam dünyasında hissedileceği anlamına gelir. Elbette aynı şey barış için de geçerlidir. Uzun süreli gerginliklerin -örneğin Arap-İsrail sorununun- barışla neticelenmesinin, tüm İslam dünyasında olumlu bir etkisi olacaktır.

20. yüzyıl boyunca İslam dünyasının büyük bölümü, daimi bir savaş, çatışma ve istikrarsızlık içinde kaldı. Bu dönem, kaynakların boşa harcanmasına, ekonomik ilerlemenin neredeyse durmasına, yaşam standartının çok düşük düzeye inmesine, hepsinden önemlisi milyonlarca Müslümanın hayatına mal oldu.

Halen de bazı Müslüman ülkeler arasında anlaşmazlıklar devam etmekte, zaman zaman gerilim artmaktadır. Müslüman ülkelerle Müslüman olmayan güçler arasındaki savaş ve çatışmalar da büyük bir huzursuzluk ve istikrarsızlık nedenidir.

BARIŞ VE İSTİKRAR İÇİN ÇÖZÜM: İSLAM BİRLİĞİ

İslam Birliği'nin sağlanmasının Müslümanlara getireceği önemli yararlardan biri; bu birliğin Müslüman dünyasında huzur ve güvenliğin hâkimiyetine aracı olmasıdır. İslam Birliği, hem Müslümanlar arasındaki çatışma ve uzlaşmazlıklara çözüm getirecek, hem de Müslümanlar ile başka güçler arasındaki savaş, çatışma ve gerginlik hallerini uzlaşı ve barış sağlayarak ortadan kaldıracaktır.

İslam Birliği’nin İslam dünyasında tesis edeceği barış sayesinde;

1. Barış sürecinde, her ülke silahlanmaya ayırdığı bütçesini azaltacak, bu parayı toplumun refahı için harcayacaktır. Tüm Müslüman ülkeler ortak bir savunma paktının üyesi olacaklarından, daha az bütçe ile daha güçlü bir savunma ve korunma sağlanacaktır. Silah sanayi ve teknolojisi için yapılan yatırımlar, sağlık, eğitim, bilimsel ve kültürel gelişme gibi alanlara kaydırılabilecektir.
Bu sayede elde edilebilecek kazancın büyüklüğü, rakamların incelenmesi ile daha net ortaya çıkmaktadır: Ortadoğu ülkelerinin silahlanmaya ayırdıkları yıllık toplam tutar, Körfez Savaşı'nın patlak verdiği 1991 yılında 70.7 milyar dolardır. Bu rakam bir sonraki yıl 52.2 milyar dolara gerilemiş, ancak takip eden yıllarda tekrar yükselmeye başlamıştır. 2000 yılında 61 milyar dolar olan savunma harcamaları, 2001 yılında 72 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.

2. İslam dünyasının bazı bölgelerindeki mevcut istikrarsızlık ve çatışmalar diğer ülkelere göçe neden olmaktadır. Pek çok doktor, mühendis, akademisyen, bilim adamı, düşünür, yazar ülkelerinde kendilerini güvende hissetmedikleri için Batı'ya göç etmekte ve çalışmalarına orada devam etmektedir. Barış ortamı sağlandığında, bu göçe engel olacak, iyi eğitim almış bireylerin göçünün engellenmesi bu kişilerin çalışmalarından öncelikle Müslümanların faydalanmasını sağlayacaktır.

3. Barışın ve istikrarın hüküm sürdüğü bir ortamda, Müslüman ülkelerin birbirlerinin bilgi birikimi ve tecrübelerinden daha çok faydalanmaları mümkün olacaktır. Barış, Müslümanların her alanda güçlerini birleştirmelerine, birbirlerinin eksik yönlerini telafi etmelerine, dolayısıyla çok daha etkin olmalarına sebep olacaktır.

4. Barış ve istikrarla birlikte ekonomik kalkınma da hız kazanacaktır. Günümüzde bazı Müslüman ülkeler arasında sınır problemleri başta olmak üzere çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar ekonomik sıkıntıların artmasına neden olabilmektedir. Örneğin, yer altı kaynaklarının taşınması ve dünyaya ihracında yaşanan kimi zorlukların temelinde ulaşım güzergahlarının güvenli olmaması vardır. Su kaynakları için de benzer bir durum geçerlidir. Müslüman coğrafyasının önemli bir bölgesi olan Ortadoğu'da su, anlaşmazlık konularının başında gelmektedir. Oysa Müslüman ülkelerin birbirlerine desteği ve anlaşmazlıkların uzlaşma yoluyla çözümlenmesi ile bu sorunlar tamamen gündemden kalkacaktır.

5. Barış ve istikrarın sağlanması, İslam coğrafyası dışında yaşayan Müslümanların da güç kazanmasına zemin hazırlayacaktır. Dünyanın pek çok ülkesinde İslam en hızlı büyüyen dindir. Bu ülkelerde yaşayan farklı milletlere mensup Müslümanların ittifakı, Kuran ahlakının tanıtılması çalışmalarına hız kazandıracak, Müslümanların içinde bulundukları toplumlarda kültürel anlamda daha etkin olmalarını sağlayacaktır.

6. İslam dünyasında inşa edilecek barış, diğer dünya ülkeleri için de örnek bir model olacaktır. Böylece, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan sorunlar İslam dünyası örnek alınarak barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulacaktır. Müslümanlar, gerçek Kuran’ın getirdiği güzel ahlak yaşandığında insanların huzura ve güvenliğe kavuşacaklarının canlı birer örneği olacak, insanlar İslam'ın barış ve esenlik dini olduğuna şahitlik edeceklerdir. İslam dünyasındaki barış belki de pek çok insanın güzel ahlaka yönelmesine aracı olacaktır.

4. BÖLÜM

İSLAM BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU’YA SUNACAĞI ÇÖZÜM

Siz bu satırları okurken Filistin’de binlerce zayıf bırakılmış Müslümanın yaşam mücadelesi tüm şiddeti ile devam ediyor. Ortadoğu’da yaşanan bu zulüm İslam Birliği’nin sağlanması ile son bulacaktır.

ORTADOĞU’NUN KANAYAN YARASI: FİLİSTİN

20. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun adil idaresi altında bulunan Ortadoğu, günümüzde belki de dünya coğrafyasının en karmaşık, en sorunlu ve en önemli bölgesidir.

20. yüzyılın en büyük değeri haline gelmiş olan petrolün yüksek miktarda çıkarılmasıyla büyük önem kazanan Ortadoğu, yüzyılın başından bu yana dünyanın en istikrarsız, en kanlı bölgelerinden biri haline gelmiştir. Yarım asrı aşkın bir süredir binlerce masum insan İsrail terörünün, katliamlarının, kıyımlarının ve işkencelerinin sonunda yaşamını yitirmiştir. Pek çok insan sakat kalmış, hiçbir suçu olmayan milyonlarca Filistinli evlerinden ve yurtlarından sürülüp, mülteci kamplarında, açlık sınırında, sefalet içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir.


Tüm dünyanın gözleri önünde halen devam eden bu baskı ve zulme kalıcı bir çözüm getirilebilmesi ve bölgede hasretle beklenen barışın inşa edilebilmesi için, bugüne kadar yapılan tüm girişimler hep başarısızlıkla neticelenmiştir.

ORTAK STRATEJİ İZLENMESİ

İslam Birliği'nin, Ortadoğu'daki Arap-İsrail çatışmasına getireceği çok önemli bir çözüm bulunmaktadır. İslam ülkelerinin ortak bir strateji izlemesi, İsrail'e Ortadoğu'da on yıllardır izlediği "beka için parçalama" stratejisinin veya bir İslam ülkesini diğerine karşı denge unsuru olarak kullanmaya çalışma gibi taktiklerin bir sonuç vermeyeceğini gösterecektir. Bu da İsrail'i Ortadoğu'da gerçek bir barış yapmaya yöneltecektir. İsrail bu durumda 1967 Savaşı'nda işgal ettiği tüm bölgelerden çekilmeye ve Arap komşuları ile barış içinde yaşamaya ikna olabilir. Bu, Araplar için olduğu kadar İsrailli Yahudiler için de en doğru çözümdür.

Ortadoğu'ya barış gelmesi için, hem Araplar arasındaki radikal unsurların tedavi edilmesi hem de İsrail'in saldırgan, işgalci ve yayılmacı politikalarından vazgeçmesi gerekmektedir. İslam Ülkeleri Birliği her ikisini de sağlayabilir.

Tarihte İslami yönetimler boyunca, Ortadoğu'da Yahudilerin Müslümanlarla birlikte barış içinde yaşadıkları unutulmamalıdır. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Kudüs'te veya Filistin'in diğer kentlerinde çok sayıda Yahudi yaşamış ve hiçbir düşmanlıkla karşılaşmamışlardır. Sorun; İsrail'in bu kutsal topraklara tek başına egemen olmayı hedeflemesiyle başlamıştır ve bu hedef Ortadoğu'ya halen kan ve ölüm getirmeye devam etmektedir.

Kuşkusuz Hz. Yakup'un soyundan gelen Yahudilerin, ataları olan İsrail peygamberlerinin topraklarında yaşamaya, bu topraklardaki tüm kutsal mabetlerinde diledikleri gibi, özgürce ibadet etmeye hakları vardır. Ancak bu toprakların tümünde siyasi egemenlik kurmaya kalkmak, bunun için bu topraklarda binlerce yıldır yaşayan insanlara karşı şiddet kullanmak, onları yurtlarından etmek, dahası bir de bu işgali korumak için tüm Ortadoğu'yu istikrarsızlaştırmaya çalışmak çok yanlıştır.

İslam Ülkeleri Birliği'nin sunacağı çözüm;

1) İsrail'in (Doğu Kudüs dahil) tüm işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve İsrail ile tüm Arap ülkeleri arasında barış yapılması,

2) Filistin topraklarının, Filistin yönetiminde kalacak olan kısmında (örneğin Doğu Kudüs'te, El-Halil'de ve diğer Batı Şeria kentlerinde), Yahudilerin ibadet yerlerinin özenle korunması ve Yahudilerin (ve elbette Hıristiyanların da) buraya serbest ulaşım hakkının olması,

3) İslam Birliği'nin, İsrail vatandaşlarına yönelik her türlü terörist harekete ve saldırıya engel olması,

4) İslam Birliği'nin gerek Ortadoğu'da gerekse dünya genelinde anti-semitizme karşı mücadele etmesi, Yahudi cemaatlerinin huzur ve güvenliğini savunması,

gibi temel esaslara dayanabilir. Böylesine kapsamlı bir barış planı uygulandığında, bir yüzyıldır huzur görmeyen Ortadoğu'ya barış ve istikrar gelecek, on yıllardır silahlara ve savaşlara harcanan paralar insanların mutluluğu, refahı, sağlığı, eğitimi için harcanacaktır.

Kısacası Ortadoğu'ya barışın gelmesi için, tarafların ılımlı ve hoşgörülü olmayı kabul etmeleri, Yahudi ırkçılığından veya Arap şovenizminden kurtularak barış için samimi bir çaba göstermeleri gerekmektedir. Bunun için gereken vizyon ise İslam ahlakının tarihte Ortadoğu’ya öğrettiği meziyetlerde saklıdır.

Ortadoğu’ya barışın gelmesinin sonucunda, Yüce Rabbimizin Kuran’da emretmiş olduğu hoşgörülü ve adil yönetimler kurulmuş olacaktır.

“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.” (Nisa Suresi, 58)

“Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtehine Suresi, 8)

5. BÖLÜM

İSLAM DÜNYASINA ÇAĞRI

İslamiyet’le gelen güzel ahlakın tüm dünyaya yayılarak, din-dışı felsefelerin fikren yıkılacağı, yeryüzünden fitnenin kaldırılmasıyla tüm insanlığa barış ve kurtuluş geleceği günler Allah’ın izni ile pek yakındır.

Dünya konjonktüründe yaşanan gelişmeler, İslam dünyasını çok büyük ve önemli değişimlerin beklediğini açıkça göstermektedir.

Günümüzde İslamiyet, dünya gündeminin en önemli konusu haline gelmiş, insanlığın dikkati Hak Din’e çevrilmiştir. İçinde bulunduğumuz devrin teknolojik imkânları ise, Müslümanların hem birbirleri ile iş birliği yapmalarını kolaylaştırmış, hem de insanlara İslam ahlakının güzelliklerini anlatmak için her türlü kitle iletişim imkanını sağlamıştır. Ancak bir taraftan da İslam dünyasının bir kısmında fakirlik ve cehalet hüküm sürmektedir. Bundan yararlanan birtakım kişiler, sözde İslam adına İslam dışı eylemler yaparak, dünyanın gözünde Müslümanları zan altında bırakmaktadırlar. İslam ahlakına karşı olan bazı çevreler de, Müslümanların bu durumundan yararlanarak onlara karşı her türlü zulmü uygulamakta, daha büyük zulümleri de planlamaktadırlar.

Çözüm; tüm Müslümanları birleştirecek ve onlara doğru yolu gösterecek bir İslam Ülkeleri Birliği'nin kurulmasıdır.

İslam Birliği'nin kurulması için çalışmak, her Müslüman’ın görevidir. Tüm Müslüman hükümetler, İslam Birliği'ne hazırlanmalıdır. Diğer Müslüman ülkelerle aralarındaki ilişkileri geliştirmeli, bir yandan da gerçek İslam ahlakının kendi ülkelerinde de daha iyi yerleşmesi için kültürel faaliyetlerde bulunmalıdırlar. Tüm Müslüman sivil toplum kuruluşları, çeşitli organizasyonlar, vakıflar, medya mensupları, kanaat önderleri; Müslümanlar arasındaki ayrımların giderilmesi, birlik ve beraberliğin sağlanması için çaba göstermelidirler. Dünyaya ışık tutacak, hem Müslümanlara hem gayrimüslimlere güzellik sunacak, yeryüzüne adalet ve barış getirecek o büyük İslam medeniyetinin yeniden yeşermesi, tüm Müslümanların duasıdır. Allah'ın izni ile, İslam Birliği'nin kurulması, tüm bu güzelliklere bir vesile olacaktır. www.islamahizmet.com

DÜNYAYI BEKLEYEN AYDINLIK GELECEK

Peygamber Efendimiz (sav)'in bazı hadislerinde yer alan bilgiler ve Kuran ayetleri önümüzdeki dönemin, Allah'ın izniyle, dünya Müslümanları için çok aydınlık olacağını müjdelemektedir. İslam Birliği'nin kurulması da, bu müjdeli dönemin başlangıcını hızlandıracak, yalnızca Müslümanların değil, tüm toplumların bolluk ve refah içinde yaşayacakları yepyeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Şu anda içinde bulunduğumuz durum, bu kutlu dönemin habercisidir.

Savaşlar, yokluklar, kıtlıklar, dünyanın farklı köşelerinde Müslümanların ezilip zulüm görmesi gibi olaylar, büyük çoğunluğu Peygamberimiz (sav) tarafından 1400 yıl öncesinden haber verilen ahir zaman alametleridir. Bu alametlerin gerçekleşiyor olması, yine Peygamber Efendimiz (sav)'in müjdelediği İslam ahlakının dünyaya hâkimiyetinin de yakınlaştığına işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Dolayısıyla içinde bulunulan durum Müslümanların üzüntüye ve ümitsizliğe düşmelerine değil, tam tersine şevk ve heyecanlarının artmasına aracı olmalıdır. Bu şevk ve heyecan, tüm dünyayı barış ve huzurla dolduracak İslam Birliği’nin ivedilikle tesis edilmesini sağlayacaktır.

GELİN BİRLİK OLALIM

Bu kutlu görevde hizmet yüklenmek isteyen Müslümanlar; gelin, Müslümanların arasını bulalım. Birbirinin camisinde namaz kılmayan, selamlaşmayan, birbirinin yazdığı kitabı okumayan, ufak bir fikir farklılığı nedeniyle kardeşine düşman kesilen Müslümanların arasını bulalım. Bu gibi yapay ayrımlar kalksın. Allah'ın evleri olan camiler, şu veya bu grubun, şu veya bu mezhebin değil, tüm Müslümanların mescidi olsun. Her Müslüman birbiriyle selamlaşsın, birbiri ile sohbet etsin. Birbirine hoşgörü göstersin, uzlaşmazlıklar son bulsun. Ve tüm Müslümanlar, elbirliği yaparak, tevazu ve hoşgörü içinde, Allah'a daha çok yakınlaşmak, O'nun dinine daha çok hizmet etmek için çalışsınlar.

Ve İslam Birliği için çalışan Müslümanlar Yüce Rabbimizin şu emrini hiçbir zaman unutmasınlar:

“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran Suresi, 103)

İSLAM BİRLİĞİ ACİLİYETLE HAYATA GEÇİRİLMELİDİR

Bu yazı dizisinde belirtilen çözümlerin ivedilikle hayata geçirilmesi son derece önemlidir. İslam ve Müslümanlar hakkındaki bazı yanlış anlama ve önyargılar devam etmekte ve bu, Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlar için bir takım sıkıntılar doğurmaktadır. Batılılar ise, terörizm kâbusu nedeniyle sürekli tedirgin yaşamakta, kendi ülkelerinde güvenlikten mahrum kalmaktadırlar. Tüm bu sıkıntıları ortadan kaldıracak bir çözüme çok acil olarak ihtiyaç vardır.

Çözüm ise; tüm bu sorunları barışçı ve kalıcı bir biçimde çözecek bir İslam Birliği'nin kurulmasıdır.