30 Kasım 2007 Cuma

1.5 milyon Gazzeli ölüm tehlikesiyle karşı karşıya

1.5 milyon Gazzeli ölüm tehlikesiyle karşı karşıya
İnsanlığı, Gazze’de yaşayan 1.5 milyon Filistinli hakkında ciddi önlemler almaya çağıran Hudari:

1.5 milyon Gazzeli ölüm tehlikesiyle karşı karşıya

Kuşatmaya Karşı Mücadele Derneği Genel Başkanı Cemal el-Hudari, İsrail işgal güçlerinin Gazze’nin giriş çıkışını kapatmaya devam etmesi durumunda meydana gelecek insani felaketle ilgili uyarıda bulundu. Hudari’nin bu uyarısı Dünya Filistin’le Dayanışma Günü’nde düzenlediği basın toplantısı sırasında yapıldı.

Filistin Enformasyon Merkezi’nin sitesinde yer alan açıklamasında Hudari, Gazze’deki durumun gittikçe kötüleştiğini belirterek, özellikle risk altında bulunan 1500 hastanın durumunun kritik olduğunu, önümüzdeki dönemde ise çok daha fazla Filistinlinin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını kaydetti.

Bu hastalardan 300’ünün durumunun ciddi olduğunu belirten Kuşatmayla Mücadele Derneği Başkanı, işgalcilerin Gazze’ye malzeme sokma izni vermemesi dolayısıyla 90 farklı tıbbi gerecin hiç bulunamadığını, 40 çeşit gerecin ise tükenmek üzere olduğunu bildirdi.

Hudari, “Filistinli doktorlar, gerek tıbbi gereç gerekse ilaç yokluğu nedeniyle hastaları karşısında acziyet içinde kalıyor ve bu tür durumlarda genelde yapıldığı gibi hastaları Gazze dışındaki başka hastanelere sevk ediyorlar” dedi.
İşgal güçlerinin hastaların tedavi maksatlı Gazze dışına çıkmalarına izin vermemesinden dolayı hastalar kendiliğinden ölüme terkedilmiş oluyor.

Cumhurbaşkanı Gül, “Refah Partisi üçe bölünmeli” diyen Halman’ı Köşk’teki içkili toplantıda ağırladı

Gül, Halman’a borcunu ödedi
Cumhurbaşkanı Gül, “Refah Partisi üçe bölünmeli” diyen Halman’ı Köşk’teki içkili toplantıda ağırladı

Gül, Halman’a borcunu ödedi

1997 yılında ‘din cephesi delinmeli ve parçalanmalı’ diyen Prof. Halman, Cumhurbaşkanı Gül’ün sofrasında şarap içerek, ılımlı İslam sohbeti yaptı.

Fikir Sofrası’nın ilk konuğu
Refah Partisi’ni bölmek için ‘Kurtlar Sofrası’nda planlar yapan Prof. Talat Halman dönemin Refahlısı şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Fikir Sofrası’na konuk oldu. Halman, 1997 yılında Milliyet Gazetesi’nde ‘RP’yi bölmek’ başlıklı yazısında, Refah Partisi’nden üç parti çıkarmanın hesabını yapıyor ve şöyle diyordu: “Refah bölünmese bile, yeni din partileri kurulması mümkündür… Milletçe okuyalım, üfleyelim de birleşik din cephesi delinsin, bölünsün, parçalansın”.

Refah’ı bölme düşü
‘Fikir Sofrası’nın ilkine ilk Kültür Bakanı, edebiyatçı Prof. Dr. Talat Halman’ın davet edilmesi dikkat çekici bulunuyor. 28 Şubat’ın geride kaldığı ve ortamın sürekli gerilmeye çalışıldığı bir dönemde Halman 30 Nisan 1997 tarihli Milliyet gazetesinde ‘RP’yi bölmek’ başlıklı bir yazıya imza atmıştı. Halman burada, Refahyol Hükümeti’nin akıbeti ne olursa olsun, RP'nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi, parçalanması yönündeki görüşlerini aktarırken, “RP’de yakın gelecekte çatlamalar, kopmalar olması beklenebilir. Refah bölünmese bile, yeni din partileri kurulması mümkündür” diyordu.

MEHMET BAYDEMİR
Medyada günlerdir yer bulan ve içeriğinden çok rakı-leblebi muhabbetinin ön planda tutulduğu ‘Fikir Sofrası’nın ilki önceki gün gerçekleştirildi. Atatürk’ün sofralarına benzetildiği için gazetelerin yoğun bir biçimde içki içilip içilmediği konusunda yoğunlaştığı sofranın ilk konuğu dikkat çekti. Çankaya Köşkü’nde gerçekleştirilen buluşmada Cumhurbaşkanı Gül, ünlü tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık ve ilk Kültür Bakanı, edebiyatçı Prof. Dr. Talat Halman’ı ‘Fikir Sofrası’nın ilkine konuk olarak çağırdı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen ile Dışişleri Başdanışmanı Gürcan Türkoğlu'nun da katıldığı yemekte ‘Ilımlı İslam' başta olmak üzere pek çok konuda sohbet edildi.

Refah’ı bölme düşü
‘Fikir Sofrası’nın ilkine ilk Kültür Bakanı, edebiyatçı Prof. Dr. Talat Halman’ın davet edilmesi dikkat çekici bulunuyor. 28 Şubat’ın geride kaldığı ve ortamın sürekli gerilmeye çalışıldığı bir dönemde Halman 30 Nisan 1997 tarihli Milliyet gazetesinde ‘RP’yi bölmek’ başlıklı bir yazıya imza atmıştı. Halman burada, Refahyol Hükümeti’nin akıbeti ne olursa olsun, RP'nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi, parçalanması yönündeki görüşlerini aktarırken, “RP’de yakın gelecekte çatlamalar, kopmalar olması beklenebilir. Refah bölünmese bile, yeni din partileri kurulması mümkündür” diyordu.

“Düşünün, Refah’tan üç parti doğarsa...”
Aynı makalede Halman, “Düşünün, Refah’tan üç parti doğarsa... Milletçe okuyalım, üfleyelim de birleşik din cephesi delinsin, bölünsün, parçalansın. Demokrasi denememizin hayırlı bir gelişme göstermesi, Refah’ın zayıflamasıyla, din partisine giden oyların bölünmesiyle olacaktır. Öteki partiler akıllarını başlarına toplamadıkları için, tek çıkar yolumuz bu olsa gerek.” diyerek Refah Partisi’nin bir an önce bölünmesi gerektiğini vurguluyordu. Halman’ın düşlediği bölünme o tarihlerde gerçekleşmedi ama 2000’li yıllarla birlikte bu ‘hayal’in yavaş yavaş ‘gerçek’leştiği ortaya çıktı. Ve 2001 yılında Refah Partisi’nin varisi olan Fazilet Partisi’nin kapatılmasıyla Saadet Partisi kuruldu. Ancak AKP’nin de kısa bir süre sonra kurulmasıyla bu bölünme gerçekleşmiş oldu.

Civaoğlu, Fazilet’in bölüneceğini 3 yıl önce bildi
Öte yandan Halman’ın ‘bölme’ düşünden yalnızca bir sene 5 ay sonra 24 Eylül 1998’de yine Milliyet’te Güneri Civaoğlu, “Siyasetin odaklarında FP’yi bölme planı yapılmıştı... Recep Tayyip Erdoğan ismi iyice cilalanıp parlatılacaktı. FP’nin başına geçerse, bu partiyi –neredeyse– tek başına iktidara taşıyacağı havası estirilecekti. Erbakan elbette buna razı olmayacaktı. Erdoğan, peşine 40–50 milletvekili takarak FP’den kopacaktı. Yeni bir parti kuracaktı.” ifadelerini kullanıyordu. Civaoğlu’nun belirttiği gibi Erdoğan ismi iyice cilalandı ve tek başına iktidar olma havası verildi. Elbette Milli Görüş hareketi kurucularının bu estirilen ‘hava’ya razı olmaları mümkün değildi. Civaoğlu’nun 1998 yılında belirttiği gibi Erdoğan yeni bir parti (AKP–2001) kuracaktı.

Bulaç: Kehanet olsa da
Bir diğer kayda değer makale de 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce 24 Temmuz’da Zaman yazarı Ali Bulaç tarafından kaleme alınmıştı. ‘Komplo olsa da’ başlığı taşıyan makalede Talat Halman’ın RP, Güneri Cıvaoğlu’nun FP’ye ilişkin söylediklerinin neredeyse kehanet türünden şeyler olduğunu şaşkınlıkla dile getiren Bulaç, “Sanki her şey öngörüldüğü gibi vuku buldu.” ifadelerini kullanıyordu.

Bulaç’ın da dediği gibi bu kehanetler vukuu buldu ve Erdoğan 2 dönem tek başına iktidar oldu. Refah Partisi’ni bölmek için ‘Kurtlar Sofrası’nda planlar yapan Prof. Talat Halman ise dönemin Refahlısı şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Fikir Sofrası’na konuk oldu.

İşte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Fikir Sofrası’na katılıp şarap içerek, ılımlı İslam sohbeti yapan Prof. Dr. Talat Halman’ın 30 Nisan 1997 yılında Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan ‘”RP’yi bölmek” isimli yazısının metni….

RP’yi bölmek
HÜKÜMETİN akıbeti ne olursa olsun, RP'nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi, parçalanması, ülkemizin siyasal geleceği için hayırlı uğurlu olacak. 70 yıl boyunca laik yönetim egemen olduktan sonra, birleşik bir İslam cephesi oluştu. Devlet işlerinde biraz daha fazla din unsuru olmasını isteyen ılımlı dindarlardan tutun da amansız yobazlara, Batı düşmanlarından mutlak köktendincilere, nostaljik gelenekçilerden iflah olmaz gericilere kadar, türlü türlü seçmenler, RP'ye doluştular. Aleviler ve Fethullah Hocacılar RP'yi tutmadı ama laik partilerin bocaladığı ve bölündüğü bir dönemde, değişik kesimlerdeki müminler, kendileri için tek seçenek olarak RP'yi gördüler. Yurt dışında, Türk ve Müslüman oldukları için horlanan işçiler, Hıristiyanlığa karşı kırgın ve kızgın tepkilerle, RP'ye para yağdırdılar.

Şimdi, "sekiz yıl" anlaşmazlığı yüzünden, RP içinde çekişmeler, çatışmalar başladı. Başka inanç ve strateji ayrılıkları da baş gösterebilir. Aslında, sosyal demokratlar gibi, din partilerinde de, görüş farkları yüzünden bölünmeler olması doğaldır. RP'de yakın gelecekte çatlamalar, kopmalar olması beklenebilir. Refah bölünmese bile, yeni din partileri kurulması mümkündür. Düşünün, Refah'tan üç parti doğarsa bundan sonraki seçimlerde hiçbiri barajı aşamayabilir. Ya da, yepyeni bir din partisi kurulursa, RP ve yeni parti, belki küçümen partiler olurlar TBMM'de, Milletçe okuyalım, üfleyelim de birleşik din cephesi delinsin, bölünsün, parçalansın. Demokrasi denememizin hayırlı bir gelişme göstermesi, Refah'ın zayıflamasıyla, din partisine giden oyların bölünmesiyle olacaktır. Öteki partiler akıllarını başlarına, toplamadıkları için, tek çıkar yolumuz bu olsa gerek.

Talat Halman 30 Nisan 1997 Milliyet

29 Kasım 2007 Perşembe

Anadolu Gençliği

.

İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olanadır." düsturuyla çalışmalarını yürüten Anadolu Gençlik Derneği, ülkemizin dört bir yanına yayılmış şubeleriyle, tüzüğünde ifade edilen amaç ve hedefleri yerine getirmek üzere yürüttüğü çalışmalarla, ülke gençliğinin birlik be beraberliğinin biricik teminatı olmuştur. Anadolu Gençlik Derneği, kuruluşundan itibaren tüzüğünde de ifadelerini bulan hizmetleriyle kamunun yükünü büyük ölçüde azaltıcı çalışmalar yaparak devlete ve millete yardımcı olan sivil toplum kuruluşları arasında müstesna bir yer edinmiştir. Anadolu Gençliğinin; Projesi insan, Muhatap kitlesi gençlik, Sevdası Türkiye´dir. "Başka Türkiye olmadığının" ve "Bu Ülkeyi sokakta bulmadığımızı" bilinciyle gece gündüz demeden ülkemiz ve gençliğimiz için en hayırlı hizmetleri yapmaktadır. Anadolu Gençlik, "Bir yıl sonrasını düşünüyorsanız bir tohum ekiniz, on yıl sonrasını düşünüyorsanız bir fidan dikiniz, yüzyıl sonrasını düşünüyorsanız bir insan yetiştiriniz." anlayışıyla hizmet etmektedir. Anadolu Gençlik Derneği; " Türkiye´nin en büyük sivil toplum kuruluşu, " Dünyanın en büyük gençlik organizasyonu, " Aziz milletimizin vakıf medeniyetinin bir eseri olarak Dünyanın en büyük kuruluşlarından birisidir. Bizleri yakından tanıyanlar çok iyi bilmektedir ki; Anadolu Gençlik hiçbir gençlik organizasyonunu değil hasım, rakip dahi addetmemektedir. Zira Anadolu Gençliğinin hasım ve rakibi, yıllardır kavga; çatışma, kin ve cehalet olmuş, onların yerine fedakâr kadrolarıyla barışı, sevgiyi, diyalogu ve bilgiyi ikame etmeye çalışmıştır. "Hukuka bağlı, temel insan haklarına saygılı, devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan, milli, manevi, ahlaki ve evrensel değerlere sahip, üstün vasıflı bir gençlik yetiştirmek" düsturuyla faaliyetlerini sürdürmektedir. Milli Gençlik düşüncesine sahip insanlar ve ecdadının ruh köküne bağlı nesiller yetiştirmek için vardır. Anadolu Gençlik milletimizin inancına ve tarihine bağlı bir gençliktir. Anadolu Gençlik milletimizin Malazgirt, Çanakkale ve Kurtuluş savaşındaki inancına sahiptir. Çalışmalarımız daima gençliğin, geçmişle gelecek arasında köprü olduğunun bilincinde; Gençliğe sahip olanın geleceğe sahip olacağı anlamına geldiğini idrak ederek güvenle yürümekteyiz. Bizim en önde yürüyen bayrağımız sevgi ve kardeşlik bayrağıdır. Anadolu Gençlik Derneği, gençliğimizin birlik, beraberlik ve kardeşliğinin teminatıdır. Başta bu çalışmaya emeği geçenler olmak üzere, kuruluşumuzdan bugüne kadar hizmetinde bulunanlara, aziz şehitlerimize şükran ve minnetlerimizi sunuyorum. Ne mutlu inancı ve ideali uğruna fedakârlık yapan gençlerimize! Ne mutlu sıkıntı ve zorluklara rağmen inandığı davaya sadakatle hizmet edenlere!

İlyas TONGÜÇ
Anadolu Gençlik Derneği Genel Başkanı

Tarih: 08.05.2007
Başkan
GENEL BAŞKAN´ DAN
Faydalı Dokümanlar
Destek Verenler
Komisyonlar
Faaliyetlerimiz
Başkan

Nifak ve İttifak

Nifak ve İttifak25.05.2007

Prof. Dr. Arif Ersoy
Nifak ve ittifak
Prof. Dr. Arif Ersoy
ersoyarif@hotmail.com
25.05.2007

İnsan, yaradılışı gereği birlikte yaşamak zorunda olan bir canlıdır. İnsanlar, birlikte hareket ederlerse bireysel güçlerinden daha fazla güce sahip olurlar. “Birlikten kuvvet doğar” atasözü ile “birlikte rahmet ve ayrılıkta azap vardır” hadisi bu gerçeği ifade eder.

Nifak, dost görünerek düşmanlık yapmak, münafıklık, müfsitlik, insanların arasını bozmak, bozgunculuk yapmak, ayrıştırmak anlamlarına gelen bir kavramdır. Nifak, birlik ve dayanışma durumlarını ortadan kaldıran, kin ve nefreti yayan bir anlayış ve eylemdir. Nifakın yaygın olduğu bir toplum ve ülkede sevgi ve dayanışma bilinci zaafa uğrar. Kin ve nefret yaygınlaşır. Çatışma ve sürtüşme artar. Geçmişte yıkılıp tarihin sayfalarındaki yerlerini alan toplumların çöküşüne kin ve nifak ortam hazırlamıştır.

İttifak, ortak bir nokta ve gayede anlaşma, fikir birliği ve birlikte hareket etme, birlik, uyuşma, bağdaşma ve ortak bir paydada birlikte hareket etme durumunu ifade eder. Kalıcı ittifak, inançta, düşüncede, söylem ve eylemde sağlanan ittifaktır. İnsanlar arasında ittifak edilecek nokta ve paydaların artması yardımlaşma ve dayanışmayı artırır.

Millet, bir bakıma ortak dünya görüşü, değer ölçüleri ve ilkelerin etrafında kenetlenerek ittifak eden bir toplumu ifade eder. Milletlerin ortak paydaları arttıkça milli birlik ve bütünlük güçlenir. Milli değerlerin erozyona uğratılması ve aşındırılması milli birlik ve bütünlüğü zedeler.

22 Temmuz 2007 tarihinde yapılacak Genel Seçimler öncesinde benzer görüş ve düşünceye sahip partiler arasında seçim ittifaklarının yapılması olumlu bir gelişmedir. Korku ve haksızlığa dayanan ittifaklar kin ve nefrete yol açar. Hak ve adalete dayanan ittifaklar sevgi ve dayanışmaya ortam hazırlar.

Korkma ve korkutmaya dayanan ittifak

Korkma ve korkutmaya dayanan ittifak kin ve nifaka yol açar. Kuvveti, haklı olmanın nedeni sayan “Kuvvet Merkezli Çatışmacı” dünya görüşüne sahip olanlar, zorla veya hile ile elde ettikleri imtiyazlı konumlarını korumak için bazı insanları etrafında toplamak amacıyla onları korkuturlar. Toplumu belli katmanlara bölerler. Kendilerinden yana olanları korkutarak idare ederler. İnsanları baskı ve zulümle yönettikleri için hep korku ile yaşarlar. Korku onların hayatlarının bir parçasıdır. Korkusuz yaşayamazlar. Sürekli sanal düşmanlar üretirler. Zalimlerin saltanatı korku ve nefrete dayanır. Onların ittifakları korkuya dayanır. Kin ve nefretle yaşatılır.

Sömürgecilik korku ve nefrete dayanır

XV. Yüzyıldan beri İslam coğrafyası korku ve nefret düzenekleri ile sömürgeleştirildi. XX. Yüzyılın son çeyreğinden beri finans kapitalistler, İslam âlemini baştanbaşa sömürgeleştirmek için Post-Modern Sömürgecilik politikaları geliştirdiler ve uyguladılar. Organize ettikleri turuncu (sivil toplum kuruluşlarını kullanarak) veya siyah (milletin askeri gücünü millete karşı kullanarak) darbeler ile kitleler arasında kin ve nefret tohumlarını ektiler. Toplumlarımızı sağcı-solcu, ilerici-gerici, laik-anti laik diye katmanlara ayırdılar. Yapay çatışmaları teşvik ettiler. Bilgi ve vizyondan mahrum çatışmaları maharetle sevk ve idare eden liderler ürettiler. Onlar, kitleler arasında kin ve nifak tohumları saçarak sömürü mekanizmasını maharetle gizlediler. Kitlelerden oyla aldıkları destekle sömürgecilere hizmet ettiler.

Korkuya dayalı sömürü oyunlarının tarihi ta firavunlara ve nemrutlara dayanır. Çatıştırarak yönetme ve sömürme politikaları özü itibariyle aynı olsa da uygulanış tarzı değiştirilmiş ve geliştirilmiştir. Çağımızda milletin kaynaklarıyla beslenen medya bu yapay horuz dövüşünü adeta heyecanlı bir sirk gösterisine dönüştürmektedir.

Korku ve haksızlığa dayanan ittifaklar, toplumun katmanları arasında kin ve nefreti yaygınlaştırır. Çatışma ve sürtüşmeye ortam hazırlar.

Bu çatışmada kazanan sömürgeci mihraklardır. Kaybeden ise halktır. Coğrafyamızda ve ülkemizde son yıllarda körüklenen yapay düşmanlıklar, emperyalizmin coğrafyamızı sömürme ve yoksullaştırma sürecini hızlandırmadı mı? Devletimiz ve milletimiz borçlandırılmadı mı? Halkımız yoksullaştırılmadı mı? İnsanlarımız işsiz bırakılmadı mı? İktidar Post-Modern sömürgecilik politikaları uygularken ana muhalefet gerçekleri gizlemek için korku ve nefreti körükleyen saldırgan politikaları beceri ile uygulamadı mı?

CHP-AKP arasındaki kutuplaşma yapaydır. Irkçı-tekelci ve sömürgeci mihrakların sömürüsüne ortam hazırlamaktadır. Bu gerginlikler, talana yol açacak yalanlara dayanmaktadır. Tehlikede olan cumhuriyet ve laiklik değil, Devletimizdir. Tehdit altında olan milli birlik ve bütünlüğümüzdür. Düşman içeride değildir. Sömürgeci mihraklar ve işbirlikçileri coğrafyamızı işgal etmeyi planlamaktadır.

Devletimizin sahibi olan millet, bürokratik cumhuriyeti, insan hak ve özgürlüklerini esas alan demokratik cumhuriyete dönüştürmek istemektedir. Bu coğrafyada farklı din, dil ve mezhebe sahip olan birçok toplumu bir arada barış içinde yüzyıllar boyunca yaşamasına ortam hazırlayan bir millet, baskı ve dayatmaya dayanan ve dinsizliği özendiren “negatif laikliği”, düşünce, inanç ve ibadet özgürlüğünü esas alan ve dindarlığı özendiren “pozitif laikliğe” dönüştürmek istiyor. “Farklılıkta birliği” asırlarca uygulayan ve beşeriyete öğreten bir milletin kin ve nefreti körükleyen “nihilist” bir laikliğe ihtiyacı yoktur. Ateist mihraklar, ülkemizde bütün dini ve manevi gerçekleri ret eden “nihilist bir laikliği” empoze etmeye çalışmaktır. Dünyada “nihilist laiklik” iflas etmiştir. Birçok toplumu çürüme ve yozlaşmaya iterek yıkılma ile karşı karşıya bırakmıştır.

AKP dindarların oyu ile iktidara getirilen bir partidir. Coğrafyamızı ve ülkemizi küresel sömürü sermayesine peşkeş çeken politikaları uygulamıştır. Devletimizi ve halkımızı borçlandırmış, kaynaklarımızı yabancılaştırmış, kitleleri işsiz bırakarak ve dünyanın en yüksek reel faiz politikasını uygulayarak yoksullaştırmıştır. Saldırgan ve çözüm üretmeyen CHP’nin desteğiyle ayakta durmaktadır. Son günlerde tezgâhlanan oyunlarla tekrar iktidara taşınmaya çalışılmaktadır. Bir timsahın alt ve üst çenesi mesabesinde olan bu iki parti de emperyalizmin emellerine hizmet etmiyorlar mı? Çünkü politikaları korku ve haksızlığa dayanmaktadır.

Gün hak ve adalette ittifak etme günüdür. “Hak ve adalette” ittifak sevgi ve barışı artıracaktır. Biz, bu coğrafyada Hak ve adalete” dayanan ittifaklar oluşturarak sevgi ve şefkat medeniyeti kurduk. Farklılıkta birlik sağladık. Coğrafyamıza barış ve huzur getirdik. “Hak ve adalete” inananlar, sevgi ve dayanışmaya ortam hazırlayacak ittifaklarını geciktiremezler, geciktirmemelidir. Böyle bir sorumluluğu hidayet ve feraset sahibi olan hiç kimse üstlenemez.

PKK’nın Karakutusu’nun anıları?

PKK’nın Karakutusu’nun anıları? "PKK, üst düzey devlet adamları, siyasetçiler ve istihbaratçılarla kolaylıkla ilişki kurabiliyordu" Uzun yıllar PKK’nın Avrupa sorumluluğunu üstlenen Kani Yılmaz (Faysal Dunlayıcı) öldürülmeden önce kaleme aldığı anılarında Öcalan’ın 1998 Ekim ayında Suriye’den çıkıp Kenya’da yakalanmasına kadarki süreçte yaşanan ve çoğu bilinmeyen olayları gün ışığına çıkarıyor. 2004’te ayrıldığı PKK tarafından 11 Şubat 2006’da Süleymaniye’de arabasına bomba konarak öldürülen Yılmaz’ın anıları, örgütün Avrupa’nın birçok ülkesinde, hatta Afrika’da üst düzey devlet adamları, siyasetçiler ve istihbaratçılarla kolaylıkla ilişki kurabildiğini gösteriyor… Yılmaz kitabında, 1990 başlarında PKK’nın Almanya başta olmak üzere Avrupa’da şiddet eylemlerine yönelmesi üzerine, Alman Anayasayı Koruma Örgütü’nden (Alman iç istihbarat kuruluşu) bir heyetin Şam’a giderek bizzat Öcalan’la görüştüklerini anlatıyor…28.112007 / RUŞEN ÇAKIR / VATAN

28 Kasım 2007 Çarşamba

KUDÜS VE ERBAKAN

KUDÜS VE ERBAKAN


Türkiye'de Kudüs Bilinci'nin oluşmasının önderinin Milli Görüş lideri Necmeddin Erbakan olduğunu belirten Nureddin Şirin, "eğer bugün bizler burada Kudüs davasını konuşuyorsak, Kudüs'ün özgürlüğü üzerinde derdimizi, kavgamızı, özlemlerimizi dile getiriyorsak, bunu bize yıllar öncesinden öğreten Necmeddin Erbakan hocamız olmuştur" dedi.

 

Türkiye'nin siyasal tarihine siyonizme mücadele konusunu getiren ilk kişinin Milli Görüş lideri Necmeddin Erbakan olduğunu belirten Nureddin Şirin, "Rabbimizin Kur'an'da buyurduğu gibi, 'insanlar arasında müminlere karşı en şiddetli düşman olarak yahudileri görürsün' ayeti bize bu yahudilerin tüm tarih boyu ihanet, ifsad, tuğyan ve küstahlıklarının sürmeden nasıl geldiğini öğretiyor. Bunun içindir ki, Erbakan hoca siyonizmin 5600 yıllık bir mikrop olduğunu belirtiyor ve bu mikrobun yeryüzünden temizlenmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor. Erbakan hoca bu siyonizm mikrobuna karşı mücadeleyi sürdürdükçe de yahudiler sürekli olarak hocaya ve onun önderliğini yaptığı Milli Görüş hareketine her zaman düşman olmuş, bu mücadelenin önünü kesmek için her yola başvurmuşlardırdır. Ancak 40 yıllık boyunca bu mücadele hiç bir zaman bitmediği, durdurulamadığı gibi, bu hareketin gösterdiği hedef her zamankinden daha çok yakınlaşmıştır. Bugün tarih Kasım 2007'i gösteriyor, şundan emin olmalıyız ki, tarih 2017'yi gösterdiğinde, yani on sene geçtiğinde, o zaman İsrail denen bu mikrobun ortadan kalkmış olduğunu göreceğiz, Rabbimden niyaz ediyorum ki, hayatının en büyük özlemi Kudüs'ün özgürleşmesi olan Necmeddin Erbakan hocamız bu günleri görsün. Eğer takdiri ilahi hocamız bu günü göremezse, and olsun Allah'a biz hocamıza Kudüs'ün özgürleştiğinin müjdesini vereceğiz, işte o gün özgür Kudüs Necmeddin Erbakan'a selama duracaktır" dedi.

 

Yahudilerin her zaman Erbakan hocayı adım adım takip ettiğini, Türkiye sahnesinde siyonizme karşı mücadelenin 40 yıllık çetelesini tuttuklarını belirten Nureddin Şirin, "Erbakan hocanın Milli Görüş hareketini başlatmasının birinci nedeni, siyonistlerin içimizdeki işbirlikçileri eliyle Osmanlı'yı yıkma ve Filistin'de yahudi devleti kurulması önünde en büyük engel olan Sultan Abdulhamid'i tahttan indirmelerine karşı, 'biz Osmanlının çocukları olarak bu yaptıklarınızı unutmadık ve sizin bu ihanetlerinizi yanınınızda bırakmayacağız' anlamına gelmektedir. İkinci nedeni, 1948'de Filistin'de siyonist bir rejimin kurulmasına karşı ümmetin tepkisiz ve sessiz kalmayacağı, 1967'de Kudüs'ün işgal edilmesiyle ilgili olarak da Kudüs'ü özgürleştirme davasının bir volkan gibi siyonist rejimi yakıp kavuracağı anlamına gelmektedir. Üçüncü nedeni, bu bozguncu yahudilerin tüm yeryüzünde, özellikle de İslam dünyasında İslam'a ve müslümanlara yönelik sürdürdükleri ihanet, komplo, saldırı ve katliamların hesabının sorulacağı anlamına gelmektedir. Dördüncü nedeni ise, Nil'den Fırat'a kadar büyük İsrail'i kurmak isteyen yahudilerin bu şeytanca emellerine ulaşamayacağı anlamına gelmektedir. Sonuçta Milli Görüş hareketi, siyonizme karşı bir direnişin adıdır ve bu ad bir destan olarak Türkiye tarihinde yer almıştır" dedi.

 

Şirin konuşmasını Erbakan Hocaya dua ederek İslam Ümmetinin birlik ve beraberliği, İslam cephelerinin zaferi, İslam düşmanlarının hüsranı dilekleriyle bitirdi...

 

(Saadet Partisi Bursa İl Başkanlığı Ve Anadolu Gençlik Derneğinin düzenlemiş olduğu konferansın özeti...)

Yeni nesil Windows Live Servisleri'ne şimdi ulaşın! Buraya tıkla!


--
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk Esam'da Konferans Verdi

Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk Esam'da Konferans Verdi

Selçuk "Hukukun Üstünlüğü ve Demokrasi" adı altında verdiği konferansta önemli açıklamalarda bulundu.

.

Hukuk gözden geçirilmeli

Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, ESAM Çarşamba konferanslarına katıldı. Türkiye’deki hukuk sistemine ciddi eleştirilerde bulunan Selçuk, anayasa değişikliğinden, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan 367 tartışması kadar pek çok konuda görüşlerini açıkladı. Selçuk, konuşmasında Türkiye’de hukuk sisteminin gözden geçirilmesi gerektiğine inandığının altını çizdi.

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM)’ın düzenlediği Çarşamba Konferansları sürüyor. Bu hafta konuşmacı olarak toplantıya katılan Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk, Türkiye’deki hukukun tam olarak işlemediğine değinerek, hukuk sistemine eleştirilerde bulundu. Türkiye’deki hukuk sisteminde hiçbir zaman kavramlarının yerleşmediğini söyleyen Selçuk, “Böyle bir ülkede hukukun uygulanması çarpık olacaktır. Buna mahkumdur. Demokrasilerde hukukun üstünlüğünün kabul edildiği bir ülkede eğer hukuk çarpık olursa o nasıl üstün bir hukuk olacaktır. Bu bakımdan Türkiye’nin bence A’dan Z’ye hukuk öğrenimini ve uygulamasını gözden geçirmesi şart olmuştur” dedi.

ESAM Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen konferansa Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, genel başkan yardımcıları ve çok sayıda davetli katıldı. Konuşmasında Cumhurbaşkanlığı seçiminde krize neden olan ‘367 milletvekili ile TBMM oturum açabilir’ tarzındaki konuşmaları eleştirdi. Anayasa’da 367 ile ilgili maddenin yanısıra yardımcı bir maddenin daha olduğunu söyleyen Selçuk, bu yardımcı maddenin görmezden gelindiğini söyledi. Birilerinin özel hüküm, genel hüküm diye bir şeyler ortaya attıklarını dile getiren Selçuk, “Birileri de özel hüküm genel hüküm diye söylediler, alakası yok. Temel hüküm yardımcı hüküm ilkesi vardır burada. Öyle bir mantık birbirini izledi ve en sonunda bir karar çıktı. Açıkça hüküm diyor ki ben yardımcı hükümüm” diye konuştu.

Anayasa değişikliği için temel kurucu iktidara ihtiyaç var
Son günlerde tartışılan anayasa değişikliğine ilişkin de görüşlerini açıklayan Selçuk, bir anayasanın nasıl yapılması gerektiğini söyledi. Selçuk, “Anayasayı yapmak başka şeydir uygulamak başka şeydir. Yani bir devleti kuran yasa nasıl olur. Yeni bir devlet kuracaksan yeniden anayasa yapacaksın. O zaman yapan başka olur uygulayan başka olur. Bir kurucu meclis akla geldiğinde 1960 darbesi herkesin aklına gelir. Kurucu meclis dendiği zaman illaki bir ihtilal olacak diye bir şey yok. Yeni bir anayasa yapacaksanız temel kurucu bir iktidara ihtiyaç vardır. Anayasa değişikliğinde ise devletin aksayan yanlarını düzenliyorsunuz” değerlendirmesinde bulundu.

Yeni ceza kanunu hatalarla dolu
Selcuk, yeni çıkan ceza kanununda acele edildiğini de belirterek, yanlışların olduğunu kaydetti. Selçuk, ceza kanununda uygulama açısında bir gerçek ülke, bir varsayılan farazi ülke olarak nitelemenin olduğunu kaydederek, “Ceza yasasının 8’inci maddesinde bu ayrım iyi yapılmadığı için Ankara farazi ülke içindedir. Çünkü diyor ki ‘Türkiye kara hava sularında işlenmiş suçlar Türkiye’de işlenmiş sayılır’ diyor. Olması gereken ise şudur. ‘Türkiye sınırlarında işlenen suçlara Türkiye kanunları uygulanır’ diyeceksiniz. ‘Sayılır’ kelimesini varsayılan bir ülke için kullanabilirsiniz. Mecliste kaç tane hukukçu var. Hiç biri bunları düşünmüyor mu. Bu yasalar çıkarken kimse bakmıyor mu” diye konuştu.

Bir ülkede iki Yargıtay olmaz
Türkiye’de oluşturulan hukuksal yapının içinde iki tane Yargıtay’ın olamayacağını da dile getiren Selçuk, bir ülkede hem Yargıtay hem de Askeri Yargıtay’ın olmasının sakıncalı olduğunu ifade etti. Selçuk eleştirilerini şöyle sürdürdü: “Bana bir ülke gösterin ki askeri yargıtay olsun. Askeri Yargıtay olacaksa polisin de, sendikaların da bir yargı sistemi olsun. Eğer bir ülkede iki yargıtay var ise, o ülke yargıtay kavramının ne olduğun bilmiyor demektir. Hukuk uygulamasında Türkiye’de hiçbir zaman kavramlar yerleşmemiştir. Bu günde yerleşmemiştir. Bu ülkede hukukun uygulanması çarpık olacaktır. Buna mahkumdur”

Yargıçlar artık yeni bir şey üretemiyor
Konuşmasının sonunda hukuk sisteminin temel sakıncalarını da dile getiren Selçuk, hukuk sisteminin başka bir ülkeden almanın yanlışlıklar ile dolu olduğunu söyledi. Selçuk, konuşmasını şu eleştiriler ile bitirdi: “Hukuk sistemini başka bir ülkeden almışsanız ve hukuk sisteminiz tam oturmamışsa, doğrusu ön hazırlıkları yapılmadan alınan hukuk uygulanmaya başlanmışsa sorunlar doğabilir. Türkiye’de Yargıtay’ın ortaya koyduğu içtihatlar bazı sorunları doğuruyor. Çünkü yargıçlar yaratıcılıklarını yitiriyor. Türkiye’de yaratıcılığını yitirmiş bir hukuk uygulaması ve kadro var. Bu kadro işin kolayına bakıyor. Sadece Yargıtay’ın içtihatları ile yetinerek kararlar alıyor. Türkiye dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar hazırlıksız bir biçimde batı hukukunu kabul etmiştir. Birçok ülkede sorunlar olmuştur. Bizde kadro yetiştirilmeden 6 ay sonra uygulanmaya başlandı”

DİNLER ARASI DİYALOG KAVRAMI TEHLİKELİ VE MAKSATLI

Prof. Dr. Mehmet Bayraktar Genel Merkezimizde Konuştu

Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, resmi olarak Vatikan tarafından ortaya çıkarılan bu kavramın çıkış noktasının dinler üstü bir din oluşturularak dünyayı tek elden yönetme anlayışının bir sonucu olduğunu söyledi.

.
Dinler Arası Diyalog Kavramı Tehlikeli ve Maksatlı
Dinlerarası Diyalog kavramının tehlikeli ve maksatlı olduğunu belirten Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, resmi olarak Vatikan tarafından ortaya çıkarılan bu kavramın çıkış noktasının dinler üstü bir din oluşturularak dünyayı tek elden yönetme anlayışının bir sonucu olduğunu söyledi.

Kültürlerarası Diyalog’un da Dinlerarası Diyalogun yumuşatılmış hali olduğunu ama aynı anlayışa dayandığını vurgulayan Bayraktar, dünyadaki zulüm, kan ve gözyaşının ise hiçbir zaman diyalog toplantılarının konusunu oluşturmadığına dikkat çekti.

Dinler arası Diyalog kavramının tehlikeli ve maksatlı olduğunu belirten Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, resmi olarak Vatikan tarafından ortaya çıkarılan bu kavramın çıkış noktasının dinler üstü bir din yaratılarak dünyayı tek elden yönetme anlayışının bir sonucu olduğunu söyledi. Kültürlerarası Diyalog’un da dinler arası diyalogun yumuşatılmış hali olduğunu ama aynı anlayışa dayandığını vurgulayan Bayraktar, dünyadaki zulüm, kan ve gözyaşının ise hiçbir zaman diyalog toplantılarının konusunu oluşturmadığına dikkat çekti. Bayraktar, diyalog girişimlerinin artmasıyla birlikte misyonerlik faaliyetlerinin de yoğunlaşmasının bir tesadüf olamayacağını söyledi.

Dünyada barışı sağlamak iddiası ile 1893 yılında ABD’de kurulan ‘Dünya Dinleri Parlamentosu’ ile temeli atılan bu kavramın resmi olarak ise 1962 yılından itibaren Vatikan tarafından kullanılmaya başlandığını belirten Bayraktar, çıkış noktasının ise ‘İnsanlık Dini-Dinler Üstü Bir Din’ yaratmaya dayandığını vurguladı. Bu kavramın, dünyayı tek elden yönetme anlayışı ile de bire bir örtüştüğüne dikkat çeken Bayraktar, diyalogun aynı zamanda görevi bütün insanlığı Hıristiyanlaştırmak olan misyonerliğin de yeni bir açılımı olduğunu ve Vatikan tarafından da böyle değerlendirildiğinin altını çizdi.

Bu kavramın Türkiye’de yanlış yorumlandığına da işaret eden Bayraktar, Vatikan tarafından çıkış noktasının ‘Dindarlar veya diniler arasında diyalog’ olduğunu anımsattı. Türkiye’de ilk diyalog toplantısının 1984 yılında A.Ü İlahiyat Fakültesinde yapıldığını hatırlatan Bayraktar, bu tarihten sonra bazı cemaatlerin de işin içine girmesiyle ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kürsünün açılmasıyla birlikte etkisini giderek arttırdığını söyledi.

Bu kavramın çok tehlikeli ve maksatlı kullanıldığına dair birçok örneğin bulunduğunu ifade eden Bayraktar, diyalog adı altında yapılan toplantı, konferans ve seminerlerin konusunun hiçbir zaman dünyadaki zulüm olmadığına vurgu yaparak, bunun bir rastlantı olamayacağını söyledi. “Irak’ta, Filistin’de ve dünyanın birçok yerinde yaşanan zulüm ve insanlık dışı işkenceler diyalog toplantılarının konusu olduğunu göremezsiniz” diyen Bayraktar, diyalog faaliyetlerinin misyonerlerin çalışmalarına da zemin hazırladığını dile getirdi.

Bu konuda kaleme alınan çalışmalardan da örnekler veren Bayraktar, “Diyalog adı altında yapılan çalışmalarda Kuran-ı Kerim’den örnekler gösterilerek Kitabı Mukaddes yani Tevrat ve İncilin tahrip edilmediği ortaya konmaya çalışılıyor. Bu çalışmalarla Oryantalistlerin bu yöndeki iddiaları da güçlendiriliyor” eleştirisinde bulundu.

Öte yandan diyalogcular tarafından tevhit ile teslis’in de aynı anlamda kullanıldığına da dikkat çeken Bayraktar, bunun çok tehlikeli olduğunu söyledi.

OĞLUM SENİ ALLAH'A ISMARLIYORUM

Oğlum, seni Allah’a ısmarlıyorum
Oğlum, seni Allah’a ısmarlıyorum

Hz. Ali’nin (r.a.) oğlu Hz. Hasan (r.a.) Efendimize vasiyetinin üçüncü ve son bölümünü de sizlere sunuyoruz. Rabbim bizlere Hz. Ali (r.a.) gibi birer ebeveyn ve Hz. Hasan, Hüseyin (r.a.) Efendilerimiz gibi de birer evlat olmayı nasip eylesin.
Allah dünyayı sana tanıtmıştır. Dünya da kendi sıfatlarını sana bildirmiştir ve kötülüklerini açığa vurmuştur. Sakın dünya ehlinin dünyaya yapışıp köpek gibi ona saldırmaları aldatmasın seni. Zira dünya ehli, havlayan köpekler ve (av peşinde koşan) yırtıcı canavarlardır; (o leş için) birbirine hırlarlar, (birbirlerini ısırırlar,) güçlü olan zayıfı, büyüğü de küçüğünü yer. Dünya, kendi ehlini doğru yoldan saptırmış, körlük yoluna sürmüştür; gözlerini, doğru yolu görmesinler diye örtmüştür. Böylece dünyanın şaşkınlıklarında şaşırıp kalmışlar, fitnesinde gark olmuşlardır; onu kendilerine Rab edinmişler; o da onlarla oynamıştır. Böylece dünya ile oyalanıp ötesini unutmuşlardır.

Başkasına kul olma!

Oğlum, dünyada, Allah´ın senden ilgi göstermemeni dilediği şeylere karşı zahitlik yapıp gönlünü ondan çek; zaten dünya böyle bir amele layıktır. Eğer dünya hakkındaki nasihatimi kabullenmiyor isen, iyice bil ki dileğine ulaşamazsın, ecelinden kaçamazsın; sen, senden önce gidenlerin yolundasın. Öyleyse arzuları azalt; kazancı (amellerini) güzelleştir; çünkü nice istek ve arzular vardır ki eldekinden, avuçtakinden eder insanı; her arayan bulamadığı gibi orta yolu seçen bir kimse de muhtaç olmaz. Nefsini bütün aşağılıklardan üstün tut, seni arzulara doğru çekse bile; çünkü hiç bir şey izzeti nefsinden kaybettiğinin yerini tutamaz. Allah seni hür yaratmıştır, başkasına kul olma. Şerle ulaşılan hayır, hayır değildir. Güçlükle ulaşılan kolaylık da kolaylık değildir.

Hilelere kanma sakın
Dinini tehlikeye düşüreceğinden korktuğun kimseyle oturup kalkma; sultandan uzak dur; kendi kendine, ne zaman kötü bir şey görürsem ondan uzak olurum, diyerek şeytanın hile ve aldatmalarından emin olma. Çünkü senden önce helak olan Müslümanlar, kıyamete inandıkları halde, bu yoldan helake düştüler. Eğer onlara açıkça, ahiretini dünyaya sat, deseydin, asla kimse bunu kabul etmeye hazır olmazdı. Fakat şeytan bazen hile yoluyla az bir dünya malı sunarak insanı helake sürükler; Allah’ın rahmetinden ümidini kesip, mutlak bir ümitsizliğe salıverinceye kadar onu tedricen bir kötülükten diğer bir kötülüğe götürür; nihayet insan İslam ve ahkâmına olan muhalefetleri için çeşitli gerekçeler bulmaya koyulur. Eğer nefsin dünya sevgisi ve sultana yaklaşmakta ısrar eder de olgunlaşmanı sağlayan benim men ettiğim şeylere muhalefet eder isen, en azından dilini koru; çünkü sultanlara, öfkelendiklerinde güvenilmez; onların haberlerini sorma, işlerini araştırma, sırlarını açıp söyleme; onların işine çok karışma. Susmaktan pişmanlık duyulmaz. Susmakla elden çıkanı telafi etmek, konuşmakla kaybolanı temin etmekten daha kolaydır. Kaptakini, ağzını sımsıkı bağlayarak muhafaza etmek ve elinde bulunanı korumak, başkasının elinde bulunanı istemekten, bence, daha hoştur.

Öfkeni yut!
Dostuna düşman olan bir kimseyle dostluk kurmaya çalışma; çünkü dostunla düşman olmuş olursun. Hile de yapma; çünkü bu alçak kimselerin ahlakıdır. İster hoşlansın, ister hoşlanmasın, sen kardeşinin hayrını iste. Her haliyle onunla yardımlaş, nereye giderse onunla beraber git, ağzına toprak serpse bile onu cezalandırmayı düşünme. Düşmanına erdem ve faziletle muamele et (bağışla onu), bu zafere ulaşmaya daha uygundur. Güzel ahlakla kendini halkın şerrinden kurtar. Öfkeni yut, sonuç bakımından bundan daha tatlı, bundan daha lezzetli bir yutma görmedim ben. Şüphe üzerine kardeşinle ilişkini kesme; gönlünü almaksızın ondan ayrılma. Sana sert davranana karşı yumuşak ol, belki o da yumuşar. İlişkiyi kurduktan sonra kesmek, kardeşlikten sonra cefa etmek, dostluktan sonra düşmanlık yapmak, güvenene hıyanet etmek, ümit edenin ümidini kesmek, itimat edene hile yapmak ne de kötüdür. Kardeşinden kopmaya mecbur kalırsan, kendinden onun yanında bir iyilik bırak ki, bir gün dönmek istediğinde rahatça dönebilesin. Senin hakkında iyi zan besleyenin zannını gerçekleştir. Aranızdaki dostluğa güvenerek kardeşinin hakkını zayi etme, çünkü hakkını zayi ettiğin kişi artık kardeşin değildir senin. Aile fertlerine karşı kötü kişi olma. Sana ilgi göstermeyene sen de ilgi gösterme. Sana gönül bağlayan ve yönelen kimse muaşeret etmeye layık olursa onu terk etme.

Seni dininde ve dünyanda Allah’a ısmarlıyorum. Dünyanda da, ahiretinde de O’ndan sana hayırlar dilerim. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun.

Hikmet bulan yücelir
Akıl, tecrübeleri bellemek ve onları unutmamaktır. En hayırlı tecrübe, sana öğüt veren tecrübedir. Yumuşak ahlak, soyluluk ve büyüklüktendir. Fırsatı üzüntüye sebep olmadan değerlendir. Azim ve irade, ileri görüşlülüktendir. Gevşeklik mahrumiyete sebep olur. Her isteyen, isteğini elde edemez; her binen (gurbete giden) geri dönüp gelemez. Azığı zayi etmek fesattandır. Her işin bir sonu vardır. Nice az vardır ki, çoktan daha bereketlidir, daha verimlidir. Takdir edilen sana gelir ulaşır. Ticarete girişen tehlikeye atılmıştır. Kadri ve değeri olmayan yardımcıda hayır yoktur. İşini, hile ve aldatma üzerine kurma. Hikmet bulan yücelir, büyür. Anlamaya çalışanın ilmini çoğaltır. Hayır sahiplerini ziyaret etmek, kalpleri ihya eder. Zaman bineği sana ram olduğu (uyduğu) müddetçe onunla uzlaş ve ondan payını al. İnat bineğinin sana isyan etmesinden sakın. Günah işlediğinde onu tövbeyle hemencecik mahvet.

Kendini halktan ayırma
Seni emin bilene, o sana hıyanet etse bile, hıyanet etme; o senin sırrını açsa bile, sen onun sırrını açma. Az bir şeyi, çoğalması ümidiyle elden çıkarma. İstemene bak, nasip olan yetişir. (İhtiyaçtan) fazla olanı al; güzel bir şekilde ihsan et, bağışta bulun; halka güzel söz söyle. Şu söz ne de hikmetli, lafzı az ama manası çok: Kendin için sevdiğin şeyi halk için de sev, kendin için sevmediğin bir şeyi onlar için de sevme. Bir kimsenin hakkında acele davranırsan, çoğu zaman pişman olur veya ihsan edersin. (Pişmanlık veya ihsan etmenle sonuçlanan acele davranışlardan kaçın.)

Bil ki, verdiği söze bağlı kalmak ve haremini (ailesini) savunmak, asalet ve cömertliktendir. Yüz çevirmek nefret etmenin göstergesidir; çok mazeret getirmek de cimriliğin alâmetidir. Bazen güler bir yüzle kardeşinden (herhangi bir şeyi) esirgemen ona asık bir suratla bağışta bulunmandan daha iyidir. Sıla-i rahim (yakınlara iyilik etmek ve onları ziyaret etmek) cömertliktendir. Akrabalarınla ilişkiyi kestiğinde artık kim sana ümit edebilir veya senin ilişkine güvenebilir? Bağışı esirgemek, ilişkiyi kesmenin bir göstergesidir. Kardeşin senden ilişkisini kestiğinde onunla ilişki kurmaya, yüz çevirdiğinde lütufta ve ricada bulunmaya, cimrilik yaptığında bağışta bulunmaya, uzaklaştığında yakınlaşmaya, sert davrandığında yumuşak davranmaya, suç işlediğinde de sen onun kölesiymişsin, o da veli nimetinmiş gibi ondan özür dilemeye kendini zorla. Bu dediklerimi, yerinden başka bir yerde yapmaktan, yahut ehil olmayanlara bu çeşit muamele etmekten sakın.

Güvenilmeyeni kaynak bilme
Güvenilmeyen kimseden bir söz nakletme; sonra yalancı çıkarsın; yalancılıksa alçaklıktır. Yetecek kadar bir rızıkla tutarlı olmak, israfla harcanan çok maldan daha yeterli gelir sana. Olgunca bir ümitsizlik, insanlardan bir şey istemekten daha hayırlıdır. Herhangi bir meslekle (çalışıp kazanmakla) iffetli olmak, fisk-u fücurla mesrur olmaktan daha hayırlıdır. Herkes kendi sırrını daha güzel korur. Nice çok çalışan vardır ki, bu çalışma ona zarar verir. Kim çok söz söylerse sayıklar; kim düşünürse basirete erer. İnsanın saadetlerinden birisi de salih arkadaştır. Hayır sahipleriyle eş-dost ol ki, onlardan biri olasın. Kötülük ehlinden çekin ki, onlardan uzak olasın.

Su-i zandan uzak dur
Kötü zan sana galip gelmesin; çünkü seninle dostunun arasında sulh-u sefayı baki bırakmaz. Bazen su-i zanna, ihtiyatlı olmaktır denilir; oysa su-i zan ne kötü bir yemektir. Zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmektir. Kötü iş, ismi gibi kötüdür. Felakete (sevilmeyecek şeylere) boyun eğmek, kalbin zayıflığını gösterir. Yumuşaklığın sertlik sayıldığı yerde, sertlik de yumuşaklık olur. Çoğu zaman ilaç, dert ve hastalık olur; dert de ilaç ve derman olur. Olur ki, nasihatçi olmayan öğüt verir; kendisinden öğüt istenen de öğüt isteyeni aldatır. Arzulara kapılıp bel bağlamaktan sakın; çünkü onlara bel bağlamak, ahmaklığın sermayesidir; sahibini dünya ve ahiret hayrından alıkor. Ateşin odunla alevlendirilip saflaştırıldığı gibi, gönlünü edeple alevlendirerek saflaştır. Gece karanlığında odun toplayan veya selin oraya buraya sürüklediği çerçöp gibi olma. Nimete küfran etmek alçaklıktır; cahille düşüp kalkmak ise uğursuzluktur.

İşinde orta halli ol
Tamah bineğinin seni harekete geçirmesinden sakın; çünkü o, seni helak suyunun başına götürür. Gücün yettikçe Allah’la arana bir nimet sahibi sokma (başkalarının sana minneti olmasın); çünkü sen, ancak kendi payını alacaksın, nasibine ulaşacaksın. Her şey O’ndan olmakla beraber, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tan gelen az, halktan gelen çoktan daha üstündür. Gerçi hiç bir şey O’nunla kıyaslanamaz ama eğer sultanların bağışını, alçak kimselerden istenilen bağışla ölçsen ve kıyas etsen göreceksin ki, onların az bağışı sana iftihar ve yüceliktir. Alçak kimselerden kopardığın çok şey ise sana bir ârdır (utançtır). İşinde orta halli ol ki, sonunda methedilesin. Dininden, ırzından en küçük bir şeyi bile hiç bir değer karşısında satmaya kalkışma. Gerçek aldanmış kimse, Allah´tan alması gereken payda aldanan kimsedir. Dünyadan sana geleni al, senden yüz çevireniyse terk et. Bunu yapmazsan (en azından) talebinde güzel davran.

ANNAPOLİS İSLAM DÜNYASININ ZİLLETİNİ YANSITIYOR

Annapolis, İslam dünyasının zilletini yansıtıyor
“ABD’deki konferans, İslam ümmetine kurulmuş bir tuzaktır” diyen İhvan lideri Akif:

Annapolis, İslam dünyasının zilletini yansıtıyor

Mısır İhvan-ı Müslimin Cemaati’nin lideri Muhammed Mehdi Akif, Annapolis Konferansı’nın İslam ümmetinin zilletiyle sonuçlanacağını belirterek, 16 Arap devletini konferansa katılmamaya, İsrail işgal yönetimini ise Filistin halkına yönelik suçlarını kabul etmeye çağırdı.

Öte yandan İhvan-ı Müslimin Cemaati’nin, Ürdün’deki siyasi partisi olan İslami Çalışma Cephesi de Arap ülkelerinden Annapolis Konferansı’nı boykot etmelerini istedi.

Akif, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Arap ülkelerinin Annapolis’e katılmalarının Amerika’ya bağımlılığı reddeden halklarının taleplerinden tamamen vazgeçtiklerinin bir göstergesi olduğunu, bu konferansın gerçek amacının Siyonistlerin oyunlarının gerçekleşmesini sağlamak ve ABD’nin şerefini kurtarmak olduğunu söyledi. Akif şöyle konuştu: “Başta Birleşmiş Milletler tarafından hazırlananlar olmak üzere uluslararası birçok belge, İsrail işgal güçlerinin Filistin topraklarında katliam işlediğini, arazileri gasp ettiğini, malları yağmaladığını ve Filistinlilerin hakları ihlal ettiğini açıkça söylemektedir.”

Akif, “Biz İsrail’den olumlu bir adım beklemiyoruz, ancak şimdiye kadar yaptığı suçları, işlediği katliamları dünyanın önünde kabul etsin” şeklinde konuştu. İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinin yeni olmadığını, bu yöndeki çağrıların 20 yıldır sürdüğünü belirten Akif, ancak bu çabaların şimdiye kadar başarıya ulaşamadığını kaydetti.

İslam dünyasının zilletini yansıtıyor
Akif, Annapolis Konferansı’nın amacının ABD’nin şerefini kurtarmak olduğunu belirtti. İhvan-ı Müslimin Cemaati’nin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif, Annapolis Konferansı’nın İslam ümmetinin zilletiyle sonuçlanacağını belirterek, 16 Arap devletini konferansa katılmamaya, İsrail işgal yönetimini ise Filistin halkına yönelik suçlarını kabul etmeye çağırdı. Öte yandan İhvan-ı Müslimin Cemaati’nin, Ürdün’deki siyasi partisi olan İslami Çalışma Cephesi de Arap ülkelerinden Annapolis Konferansı’nı boykot etmelerini istedi. Akif, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Arap ülkelerinin Annapolis’e katılmalarının Amerika’ya bağımlılığı reddeden halklarının taleplerinden tamamen vazgeçtiklerinin bir göstergesi olduğunu, bu konferansın gerçek amacının Siyonistlerin oyunlarının gerçekleşmesini sağlamak ve ABD’nin şerefini kurtarmak olduğunu söyledi.

YABANCI SERMAYE HALKBANK'A GÖZ DİKTİ

Halkbank özelleştirmesi yabancıların gözdesi
Halkbank özelleştirmesi yabancıların gözdesi

KOBİDER Başkanı Nurettin Özgenç “Türkiye’de, Halk Bankası kadar müşterisi olan banka yok, o yüzden herkes göz dikiyor” dedi.

Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler Derneği (KOBİDER) Başkanı Nurettin Özgenç, özelleştirme hazırlıkları süren Halkbank’ın, müşteri kapasitesinden dolayı özellikle yabancıların iştahını kabarttığını vurgularken, banka özelleştirilse bile esnafla kredi ilişkisinin her şartta devam etmesi gerektiğini kaydetti.

Özgenç, yaptığı açıklamada, Halk Bankasının en büyük işlevinin; KOBİ ve esnafa yakın banka olması olduğunu, bankanın blok satışı yerine halka arz yoluyla satışının daha doğru olacağını söyledi. Bankanın en başta gelen amacının esnafa ve KOBİ’lere kredi vermesi olduğunu belirten Özgenç, özelleştiğinde, bu amacından sapacağı yönündeki tereddütlerinin giderilmesi durumunda, özelleşmesine karşı olmayacaklarını ifade etti.

Özgenç, özelleştirme sürecinde banka ile çalışan esnafı mağdur etmeyecek bir formül üzerinde durulduğunu ifade ederken, Bakanlar Kurulu kararı ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığının ihale şartnamesine, (Bankayı kim alırsa alsın, esnaf daha önce bu banka ile hangi şartlarda çalışıyorsa yine devam edecek) şartını eklediğinde herhangi bir sıkıntının olmayacağını da bildirdi.

“Esnafsız Halk Bankası olmaz. Özelleştirilse dahi esnafla kredi ilişkisi her şartta devam etmeli” diyen Özgenç, şöyle devam etti: “Türkiye’de, Halk Bankası kadar tabanı ve müşterisi olan banka yok, o yüzden herkes göz dikiyor. Talebimiz bankanın halka arz ile satışının yapılması. Ayrıca, bankanın, uzun süre esnafla birlikte olacağından şüphemiz olmamalı.”

AVRUPA BİRLİĞİ YALANI CANIMA TAK ETTİ

Avrupa Birliği “yalanı” canıma tak etti...

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak bana “Avrupa Birliği’ne girince” ile başlayan cümlelerden “sıkıntı” geldi.
Polis bir hata yapıyor, “düşünenlerimiz” hemen “Avrupa’ya girince” edasıyla ekranları dolduruyor... Bir yerde işler iyi gitmiyor, “entel-dantel” ablalar, “Avrupalı olsaydık” ile başlayan ifadeler ile “yazılar” döktürüyor... Çok sıkıldım, hem de çok. “Türkiye için Avrupa Birliği diye bir proje yoktur...” Bu, siyasetçisinden-yazarına kadar “kamuoyuna mal satma derdinde” olan herkesin “kullandığı”, Avrupa’nın da “içimize” sızmak için işine gelen “ortak bir sanal” dinamiktir. İşin özü “Avrupa’nın Türk topraklarını” ne olursa olsun “kontrol etme, karşılıksız alma” sevdasıdır ve 1960’lardan bugüne maalesef büyük başarı sağlanmıştır...
Neredeyse son 1700 yıl içinde “Avrupa’da bulunan otorite” her zaman bu toprakları kontrol etmeye çalıştı. Bize satılan ve adına “Avrupa Birliği Katılım Süreci” denen proje de “bu sürecin son halkası...” Olaya bir de bu açıdan bakın, sonrasını birlikte sorgulamaya devam edelim...
27.11.2007 / YİĞİT BULUT / VATAN

TÜRBANLI KIZ


Türbanlı kız
Türbanlı kız

Başını üzüntüyle öne eğmiş. Henüz on altı, on yedi yaşında. Büyükçe bir salonun önündeki sahnede duruyor. Ve ağlıyor. "Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?" "Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz?"
Öğretmenler Günü için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için davet etmişler onu oraya. Ödülünü alması için sahneye çağırmışlar. Tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı "İndirin onu oradan" demişler. Herkesin önünde, "bu ödülü almaya layık birisi olmadığı" yüzüne vurularak aşağıya İndirilmiş. "Neden" diyebilmiş sadece genç kız, "Neden?" Böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş. Bunun insanlığa, adalete, vicdana uyan bir cevabı yok elbette. Kendini bir an o kızın yerine koyabilecek kadar duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayabilir. Ve, aynen o kız gibi sormak ister: "Neden?"
"Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?"
"Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz?"
Bu kötü kalplilik mi bilmiyorum ama o çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını İstiyorum. Vali, kaymakamı aynı tavırla herkesin önünde sahneden indirtsin, o binbaşıyı "İndirin onu oradan" diyerek komutanı utandırsın.
Ama tabi böyle şeyler olmayacak. "Devletimizin görevlilerinin" başına gelmez bunlar. Başörtülülerin, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkede yaşayan halkın başına gelir. Bu devlet, öylesine tuhaf davranıyor ki insanlara, normal hiçbir devlet için akla gelmeyecek şeyler düşündürüyor…
Halk bölünüp kendi içinde çatıştığı sürece kimse devlet görevlilerinin birikimini, yeteneğini, zekâsını, entelektüel kapasitesini sorgulamayı akıl edemiyor. Birbirimizle uğraşmaktan başımızı çevirip devlete bakamıyoruz. Ama bir düşünün, sağcısıyla solcusuyla, Alevisi Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle, bu ülkede hapisten, işkenceden, baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok. Devlet, en çok "milliyetçileri" severdi, onlara bile neler yaptı... Çünkü aslında hiç kimseden yana değiller, sadece gerginliğin sürmesini istiyorlar. "Bölüyorlar, yönetiyorlar." İngilizler bunu "sömürgelerine" yapardı... Onlar kendi halklarına yapıyorlar.
27.11.2007 / AHMET ALTAN / TARAF


O küçük Tevhide’ye nasıl kıydınız?

Kozan İmam Hatip Lisesi 11. sınıf öğrencisi Tevhide Kütük, öğretmenler günü nedeniyle düzenlenen kompozisyon yarışmasında birinci oluyor. Törende ödülünü almak üzere sahneye çıktığında kaymakam ve garnizon komutanı talimat veriyor: ‘İndirin onu.’
Suçu neydi? Dağlıca baskınını mı gerçekleştirdi? Gabar’da askerlerimize pusu mu kurdu? Yeni terhis olmuş 33 askerimizi Bingöl’de otobüsten indiren o muydu?
Hayır... Başörtülüymüş. Sahneden inerken gözyaşlarına boğuluyor küçük Tevhide: ‘İniyorum ama neden?’ Cevap arıyor, bu anlamsızlığa. Aldığı cevap karşısında büsbütün yıkılıyor: ‘Senin kılık kıyafetin uygun değil.’ Göz yaşları sel olup akıyor…
Bu komedi daha ne kadar sürecek, bilmiyorum. Ama artık birilerinin kafasına ‘dank’ etmeli. Çünkü; Ötekileştirici, ayrıştırıcı, farklılaştırıcı, itici, kırıcı ve çatıştırıcı yaklaşımlar, toplumun birleşme yerlerini kanatıyor.
Kanama devam ettikçe, buna en çok sevinenler kuşkunuz olmasın Türkiye’nin kaosa sürüklenmesi ve parçalanmasını isteyenlerdir.
27.11.2007 / ŞAMİL TAYYAR / STAR

ELİ KANLI KATİLLER BARIŞTAN ANLAMAZ

Eli kanlı katiller barıştan anlamaz
Eli kanlı katiller barıştan anlamaz

Özgürlük ve demokrasi adına Afganistan ve Irak başta olmak üzere birçok yere saldıran ABD, İsrail ile Filistin arasında sözde barış için, aslında Filistin’i yok etme amacı başı çekiyor. Annapolis’te dün başlayan toplantıdan bir sonuç çıkmayacağı biliniyor. Çünkü, Annapolis’teki görüşmeler sürerken ABD ve İsrail’in sürdürdüğü katliamlar, barışı kimin istemediğinin ipuçlarını veriyor.

Amerikan askerlerinin doğrudan hedefi olan sivillerin çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Amerikan askerleri Bağdat’ta, sivil bir minibüsü tarayarak 3’ü kadın 4 kişiyi katletti. Diğer bir saldırıda biri çocuk 3 kişi öldürüldü. Siyonist İsrail’in de yaptıkları ABD’den farksız değil. Gazze Şeridi’ne yönelik füze saldırılarında 3 Filistinli şehit edildi.

HABER MERKEZİ
Annapolis’te İsrail ve Filistin arasında ‘barışı’ sağlamak adına düzenlenen toplantı öncesi yapılanlar ABD ile İsrail’in barış konusunda ne kadar ‘samimi’ olduklarını ortaya koydu. ‘Barış’ görüşmelerine doğru olanca hızla ilerlenirken ABD’nin Irak’ta ve İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği vahşet, toplantıdan çıkacak sonuçlar için de ipucu oldu. ‘Barış öncüsü’ ABD’nin Irak’a özgürlük ve demokrasi getirmek amacıyla başlattığı saldırılarda yüz binlerce sivil hayatını kaybetti. Amerikan askerlerinin doğrudan hedefi olan sivillerin çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.

ABD hangi barıştan söz ediyor?
Amerikan askerleri Irak’ın başkenti Bağdat’ta, banka çalışanlarını taşıyan bir minibüsü tarayarak 4 kişiyi katletti. Irak polisi ve hastane kaynakları, minibüs sürücüsünün Reşid bankasında çalışanları aracına aldıktan sonra bir Amerikan askeri barikatına vardığı sırada düzenlendiğini söyledi. Amerikan ordusunun haberdar olduğu olayda ölenlerden 3'ü ‘kadın’dı. Amerikan askerlerinin, bir yol barikatına hızla yaklaşan bir araca açtığı ateş sonucu da biri çocuk 3 kişi yaşamını yitirdi.

İsrail vahşeti durmak bilmiyor
İsrail’in katliamları da aralıksız devam ediyor. İsrail'in Gazze Şeridi'ne havadan düzenlediği füze saldırısında bir Filistinli öldü, 4 Filistinli de yaralandı. İsrail askerleri, yine Gazze Şeridi'nde 2 Filistinliyi öldürdü. Geçen eylülde Gazze Şeridi, İsrail tarafından ‘düşman toprağı’ ilan edilmişti. Filistinli kaynaklar, geçen haziran ayı ortalarından bu yana, İsrail tarafından düzenlenen çeşitli saldırılarda ölenlerin sayısını en az 100 olarak veriyor. Bu arada İsrail askerleri, Batı Şeria'nın merkezi Ramallah'taki Bir Zeyt Üniversitesi’nin Öğrenci Birliği Başkanını gözaltına aldı.

Filistin ve İsrail yetkilileri ortak belgede anlaşamadı
Ortada olan tablo barışın ABD ve İsrail saldırıları ile ortadan kalktığını gösterirken Annapolis’teki İsrail ve Filistinli yetkililer de barış müzakerelerine temel oluşturması planlanan ortak belge konusunda anlaşmaya varamadı. ABD Dışişleri Bakanlığı'nda, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ve Filistin heyetinin başkanı Ahmed Kurey arasında yapılan görüşmenin ardından Kurey, ''Hâlâ yapacak iş var. Çaba sarfedildi ancak şu ana dek anlaşmaya varamadık'' diyerek anlaşamadıklarını ifade etti.

Ağlama Duvarı önünde Olmert ve Annapolis protestosu
Önceki gün yaşanan bir diğer önemli gelişme de Ağlama Duvarı önünde Yahudiler tarafından gerçekleştirilen ‘toplu dua’ oldu. Yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı duada İsrail Başbakanı Ehud Olmert ve Annapolis Konferansı protesto edildi. Parlamentonun sağ kanat partilerine mensup milletvekilleri, yerleşimci liderleri ve çoğunluğu genç çok sayıda kişinin katıldığı protestoda göstericiler, ellerinde İngilizce ve İbranice ‘İsrail futbol maçı değil’, ‘İsrail'i köpekbalıklarına yedirmeyin’ ve ‘Kudüs'ün Bir Kez Daha Bölünmesine Asla'’ yazılı pankartlar taşıdılar.

“İsrail halkı toprağını vermeyecek”
Yeşa Konseyi Başkanı Dani Dayan gösteri öncesinde Ehud Olmert, Ebu Mazen (Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas) ve George Bush'u ‘topal ördekler’ olarak tanımlayarak, ''Tek yaptıkları, yüzümüze patlayacak umutlar önermeleri'' diye konuştu. Batı Şeria'daki Guş Etzion Yerleşimcileri Konseyi Başkanı Şaul Goldstein ise kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada, Olmert'in yalnızca boş vaatler verdiğini savundu. Goldstein, ''İsrail halkı size, toprağını verme yetkisini vermedi, buna yetkiniz yok bayım'' diye seslendi. İsrail Evimiz (Yisrael Beiteniu) Partisi'nden David Rotem de başbakan ve savunma bakanının (Ehud Barak) Batı Şeria'daki yerleşimleri dondurmalarına meydan vermeyeceklerini, buralara yerleşmeyi sürdüreceklerini dile getirdi. Ulusal Birlik Partisi Milletvekili Uri Ariel de dua etmek için geldiği Ağlama Duvarı'nda, Olmert'in Kudüs'ü verme yetkisinin olmadığını söyledi.

BM Güvenlik Konseyi Kararı’ndan Yol Haritası’na…
Haziran 1967'deki Ortadoğu Savaşı'ndan bu yana 40 yıldır birçok barış planı gündeme geldi ve barış görüşmeleri yapıldı. Görüşmelerde İsrail ile Filistin arasındaki temel sorunu oluşturan konularda bir sonuca varılamadı. 40 yıldır gündeme gelen barış planları ve nasıl sonuçlandıklarına ilişkin genel tablo şöyle:

242 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı (1967)
BM Güvenlik Konseyinden 22 Kasım 1967'de geçen 242 sayılı toprak karşılığı barışı öngören karar, sonraki barış planlarının çoğuna rehberlik eden ilkeyi şekillendirdi. Güvenlik Konseyi kararında, ''İsrail silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal ettiği topraklardan çekilmesi'' ve ''bölgedeki bütün ülkelerin egemenliğinin, toprak bütünlüğünün, siyasi bağımsızlığının tanınması ve buna saygı gösterilmesi, bu ülkelerin barış içinde, tehditler ya da şiddet olmadan tanınmış sınırları içinde güvenlikli yaşama hakkına saygıda bulunulması'' çağrısı yer alıyor.

Ancak kararın İsrail'in çekilmesiyle ilgili ana paragrafında yalnızca ''topraklardan'' ifadesinin kullanılması, belirsizlik sorunu oluşturdu. İsrail, bu kararın bütün toprakları kastetmediğini savunurken, Arap görüşmeciler, kararda bütün işgal topraklarının kastedildiğinde ısrar etti.

Camp David Anlaşmaları (1978–1979)
1967 savaşından sonra bazı barış planları gündeme geldi, ancak Mısır güçlerinin Süveyş Kanalı'nı geçtiği zaman Ekim 1973'teki savaştan sonraki sürece kadar hiçbir gelişme olmadı.

Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter, bu süreçte Enver Sedat'ı ve İsrail Başbakanı Menahem Begin'i görüşmeler için Washington yakınlarındaki Camp David'e davet etti. Görüşmeler, (5–17 Eylül 1978) 12 gün sürdü. Planda, nihai görüşmelere öncülük edecek, Batı Şeria'da ve Gazze'de ‘özerk yönetim’ oluşturulması amaçlandı ancak anlaşmadaki taraflar arasında Filistinliler bulunmuyordu. Böylece, aynı zamanda İsrail ilk kez önde gelen bir Arap ülkesi tarafından tanınmış oldu. Bu süreç de bütün barış sürecindeki en başarılı görüşmeler olarak niteleniyor. Anlaşma İsrail'in konumunu güçlendirdi. Anlaşmadan üç yıl sonra Enver Sedat uğradığı suikastta öldü.

Madrid Konferansı (1991)
İsrail-Mısır barış anlaşmasının ardından diğer Arap ülkelerinin de İsrail ile kendi barış anlaşmalarını imzalamasına teşvik edilmesini hedefleyen 1991'deki Madrid Konferansı, ABD ve eski Sovyetler Birliği tarafından başlatıldı. Konferansa, İsrail ve Mısır'ın yanı sıra Ürdün, Lübnan ve Suriye de davet edildi. Konferansta Filistinliler, ancak Ürdün ile ortak heyetin bir parçası olarak temsil edildi. İsrail, Yaser Arafat ya da Filistin Kurtuluş Örgütü'nden (FKÖ) önde gelen başka bir isme itiraz etti.

İsrail ile Suriye görüşmeleri
Madrid konferansından (1991) sonra İsrail ile Suriye arasında doğrudan görüşmeler başladı. Suriye'nin ana talebi İsrail'in 1967'de işgal ettiği Golan Tepeleri'nden çekilmesi oldu. İsrail ise çekilmeyi konuşmaya hazır olduğunu, ancak boyutu ve zamanlamasının Suriye'nin ilk önce ilişkilerin normalleştirilmesini ve barış anlaşmasını kabulüne bağlı olduğu cevabını verdi. İsrail ayrıca varılacak anlaşmanın referandumda kabul edilmesi gerektiğini söyledi. İsrail hâlâ Golan’dan çekilmedi.

Oslo Anlaşması (1993)
Oslo’da İsrail ile FKÖ birbirlerini tanıdı. Görüşmeler Norveç'in himayesinde gizli yürütüldü ve anlaşma 13 Eylül 1993'te Beyaz Saray'da ABD Başkanı Bill Clinton'ın tanıklığında imzalandı. Arafat'ın, ''FKÖ, İsrail Devletinin barış ve güvenlik içinde var olma hakkını tanır'' dediği metinde, Rabin, ''İsrail hükümeti, FKÖ'yü Filistin halkının temsilcisi olarak tanımaya karar verdi'' ifadesini kullandı. Hamas örgütüyle diğer Filistin grupları, Oslo anlaşmasını kabul etmedi. İsrail'de de Yahudi yerleşimciler öncülüğünde muhalefet oldu.

Camp David (2000)
İsrail Başbakanı Ehud Barak ile FKÖ lideri Arafat arasında 2000'de Camp David'de yapılan görüşmelerde de bir anlaşma sağlanamadı. Temel sorun da, ''İsrail'in en kapsamlı önerisinin, Filistin'in kabul edebileceği en alt sınırın altında olduğu'' şeklinde tanımlandı. Camp David'in başarısızlığının ardından intifada yeniden başladı.

Taba (2001)
Bill Clinton, görevden ayrılmak üzere olmasına rağmen Washington, Kahire ve ardından Taba'da görüşmelere öncülük etti. Bu görüşmeler, üst düzeyde yapılmadı ve sonuca ulaşılmadı. Görüşmeler sonrasındaki bir açıklamada, ''bütün konularda anlaşmaya varmanın olanaksız olduğunun kanıtlandığı'' ifadesi kullanıldı.

Suudi barış planı (2002)
İkili görüşmelerin başarısızlığının, çatışmaların yeniden başlamasının ardından Arap Birliği'nin Mart 2002'de Beyrut'taki zirvesinde Suudi barış planı sunuldu. Planda, İsrail'in 1967 sınırlarına çekilmesi, Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin devletinin kurulması, mülteciler konusunda ‘adil bir çözüm’ bulunması karşılığında, Arap ülkelerinin İsrail'i tanıması önerisinde bulunuldu. Bu plan, Riyad'da 2007'de yapılan bir başka Arap Birliği zirvesinde yeniden onaylandı.

Yol Haritası (2003)
ABD, Rusya, Avrupa Birliği (AB) ve BM , ‘yol haritası’ adı verilen bir plan hazırladı. Bu planda, nihai çözüme ilişkin ayrıntılar yer almadı ancak bir çözüme nasıl yaklaşılacağına ilişkin öneriler sunuldu. Nihai çözümden önce güvenliğin sağlanması ve askerlerin aşamalı çekilmesi önerilen planda, nihai statü görüşmelerine götürecek olan güven inşasının sağlanması hedeflendi. Yol haritası uygulanamadı.

27 Kasım 2007 Salı

İnsanlığın en büyük tehdidi: ‘Terörizm’

İnsanlığın en büyük tehdidi: ‘Terörizm’
İnsanlığın en büyük tehdidi: ‘Terörizm’

Hazırlayan: Dr. Abdullah Özkan SUNUŞ

Küresel çağın en yakıcı sorunlarının başında ne yazık ki terör geliyor. Küreselleşen terör, iletişim ve ulaşım imkanlarının gelişmesinden de yararlanarak insanlığa yönelik tehditlerini her geçen gün daha da artırıyor.

Küresel terör, sadece bir ya da birkaç ülkenin mücadelesi ile çözümlenebilecek bir konu değil; son derece karmaşık ilişkiler ağına sahip, kimi nerede ve ne zaman vuracağı ise asla belli değil. Küresel terörle mücadele için uluslararası işbirliği çok büyük önem taşıyor. Bir başka önemli konu ise medya. Medya çok önemli çünkü, toplumların değişim ve dönüşümü üzerinde büyük etkilere sahip ve bireyleri kolaylıkla yönlendirebiliyor. Terör örgütleri de medyayı, propagandalarını yapmak, topluma korku ve endişe salmak için kullanmak istiyor. Ne yazık ki çoğu zaman da bunu başarıyor, terör eylemlerinin olumsuz etkileri medya aracılığıyla daha da büyük gibi gösteriliyor.

Peki bu süreçte medyaya hangi sorumluluklar düşüyor, terörle mücadelede neler yapmak gerekiyor? Makalede bu konular tartışılırken, medya düzeninin nasıl işlediğine de dikkat çekiliyor.

Terör sorunu, bugün dünyanın en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Küreselleşme süreciyle birlikte iletişim ve ulaşım imkanlarında meydana gelen önemli gelişmeler, terör eylemlerinin yaygınlık kazanmasına ve etkilerinin artmasına yol açmıştır.

Terör, “yıldırma, korkutma, cana kıyma, malı yakıp yıkma” amacı taşımaktadır. Terör kavramı uzun süreli bir korku ve dehşet durumunu ifade etmektedir. Terörizm kavramı ise bu durumun ortaya çıkarılmasını amaçlayan stratejiye vurgu yapmaktadır. Terörizm, siyasal nitelikli amaçlara ulaşmak için kullanılan ve psikolojik yanı ağır basan bir savaş biçimi, siyasal süreci etkilemeyi amaçlayan şiddet eylemleri olarak tanımlanmaktadır. Terör bir eylem biçimi iken, terörizm bir doktrin olarak karşımıza çıkmaktadır. 1

Terörizm, psikolojik savaşın bir unsuru olarak da kullanılmaktadır. Terörizm hedef alınan rejimi ya da sistemi, şiddet yoluyla yıkarak yerine kendi ideolojileri doğrultusunda yeni bir yönetim tesis etmeyi hedeflemektedir. Hedef aldıkları sistemi normal yollardan değiştirmenin imkansızlığı karşısında silahlı mücadeleyi tek yol olarak gösteren terör, kısa vadede hedef aldığı rejimi ya da siyasi iktidarı yıpratmak, mevcut otoriteyi sarsmak, kamuoyunu yıldırmak, iç ve dış kamuoyunda davalarının duyurulmasını sağlamak, oluşturdukları tedhişle toplumun direnme gücünü kırarak kendi davalarına karşı olumsuz duyarlılıkları ortadan kaldırmak ve toplumda kendilerine taraftar katılımı ve kitle desteği sağlamayı hedeflemektedir. 2

Terör örgütleri amaçlarına ulaşmak için toplumda korku, ümitsizlik ve yıkım atmosferi oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bir şiddet olayının psikolojik sonuçları fiziki sonuçlarından ölçüsüz bir şekilde büyük olursa terörist bir nitelik kazanmaktadır. Teröristler için ortaya konulan eylem ya da öldürülen insanlar değil, bu eylemin oluşturacağı etki daha fazla önem taşımaktadır. Çünkü terör örgütleri yaptıkları eylemlerle kamuoyunda seslerini duyurma, propagandalarını yapma peşinde koşmaktadırlar. Hedeflerini seçerlerken de propagandalarını en etkili şekilde yapacak hedeflere yönelmektedirler. Bu nedenle terörizm, meydana gelen hasar ve insan kaybından çok, oluşturduğu psikolojik etki ve siyasal sonuçlar ile ölçülmektedir.3

Terörün küresel boyutları

Küresel terör denilince akla ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik olarak gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları gelmektedir. Bu küresel terörün etki alanı tahmin edilenden çok daha büyük olmuş, Amerikan yönetimi 11 Eylül saldırılarını kendisine açılmış bir savaş olarak algılayarak dünyayı “dost/düşman” karşıtlığına sürüklemiştir.

Amerikan yönetimi, 11 Eylül küresel terör saldırısından sonra dünyaya savaş mantığıyla yaklaşmaya, küresel ekonomik sorunları ikinci plana atmaya, dünya siyasetini salt askeri güvenlik ideolojisi olarak tanımlamaya ve bu yolla kendi hegemonyasını dünya üzerinde tek taraflı olarak kurmaya başlamıştır.4

Küresel teröre açıldığı iddia edilen savaş beraberinde ülke işgallerini de getirmiştir. Afganistan’la başlayan ve Irak’ın askeri işgaliyle devam eden bu yeni fakat tehlikeli değerlendirme ve muhafazakar dış politika anlayışı, tüm dünya dengelerini sarsmış, uluslararası örgütlerin üzerine oturduğu normları erozyona uğratmıştır. 5

Terörizme karşı küresel savaş, çok önemli bir olgudur. Fakat bu savaşın hangi temelde ve hangi yolla yapılacağı kararı da, ortaya çıkaracağı sonuçlar açısından eşit ağırlıklı bir öneme sahiptir. Amerikan yönetimi bu kararı uluslararası adalet ve demokratik dünya yönetimi temelinde almayı tercih etmedi. Aksine, dünya siyasetini savaş ortamına iten bir dış politika anlayışını, dünyaya empoze eden bir zihniyetle terörizme yaklaştı. Sonuçta ortaya güvensizlik içeren, belirsiz ve istikrarsız bir dünya tablosu çıktı. 6

Terörün miladı olarak kabul edilen 11 Eylül ile birlikte küresel bir anlam kazanan terör, 11 eylül öncesinde yerel bir anlam içeriyordu. Her ülkenin kendi terörü ve teröristi vardı. 11 Eylül sonrasında ise yeniden kavramsallaştırılan terörün etki alanı yerel boyutları aşıp küresel bir nitelik kazanmıştır. Bu bağlamda “uluslararası terör” kavramı da gündeme gelmiş, dünyayı neredeyse esir alacak boyutlara ulaşan teröre karşı savaş ilan edilmiştir. Ancak küresel terör, pek çok bilinmeyeni de içinde barındırmaktadır. Savaş ilan edilen düşmanın kimler olduğu, nerede ve nasıl ortaya çıkacağı bilinmemektedir. Küresel terörün tanımı konusunda dahi ülkeler arasında bir konsensüs mevcut değildir. Kimi ülkelerin “terörist” dediğine, başka ülkeler “özgürlük savaşçısı” diyebilmektedir. Bu tablo da küresel terörle mücadele etmeyi güçleştiren etkenlerin başında gelmektedir. 7

Küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği ortam, terörün daha kolay ve hızlı yayılmasına da zemin hazırlamaktadır. Küresel terör, klasik savaş anlayışını yıkarak tamamen kural dışı ve her yönüyle öngörülemeyen bir şekilde dünyaya korku kültürünü hızla yerleştirmektedir. Dünyanın karşı karşıya kaldığı küresel terör tehdidi Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nı da harekete geçirmiş, tüm ülkelere ortak bir terör tanımı yapılması ve küresel teröre karşı ortak bir güvenlik stratejisinin geliştirilmesi çağrısında bulunulmuştur. Küresel terörün pek çok bilinmezinin olması, ortak strateji geliştirmeyi ve birlikte hareket etmeyi güçleştirmektedir. Tüm güçlüğüne rağmen, küresel terörle mücadele etmenin yolu doğru teşhis koyup, doğru bir yöntem izlemekten geçmektedir. 8

Uluslararası terör, artık tespit edilemeyen ve caydırılamayan bir nitelik kazanmaktadır. Küresel terör örgütleri, destekçileriyle birlikte bir sanal devlet yapılanması altında farklı coğrafyalarda ortak bir psikolojik mod ile hareket etmektedir. Örgütün uzantıları yerel bağlamlarda kendilerini yeniden üreterek faaliyetlerini yürütebilmektedir. Hiyerarşik yapılanmanın çok katı olmadığı küresel terör örgütleri, birbirleriyle haberleşmeyi sanal ortamda gerçekleştirmekte, böylece fiziksel birlikteliği olmayan değişik bir yapılanma ortaya çıkmaktadır. 9

Küresel terör ve medya

Küresel terör örgütleri, iletişim araçlarından hem örgütlenmelerinde hem de eylemlerinin gerçekleştirilmesinde etkin bir şekilde yararlanmaktadır. Küresel terörün pek çok bilinmezi de beraberinde taşıması, gelişen iletişim olanaklarından rahatlıkla faydalanmalarına yol açmaktadır. Küresel terör örgütleri medyayı en çok eylemlerini duyurmak, propagandalarını yapmak, amaçları doğrultusunda taraftar toplamak, kamuoyunun dikkatini çekmek için kullanmaktadır.

Dipnotlar:

1) Erkan Yüksel, “Medya gerçeği, gerçek yaşam ve terör haberciliği”, Terörün görüntüleri, görüntülerin terörü, Çizgi Kitabevi, Konya, 2004, s. 45

2) (www.teror.gen.tr)

3) (www.teror.gen.tr)

4) Ahmet Dinçyürek, “Uluslararası Terör, Türkiye ve Dünya Siyaseti: 11 Eylül ve İstanbul’a ikiz terör saldırıları”, Terörün görüntüleri, görüntülerin terörü, Çizgi Kitapevi, Konya, 2004, s. 385

5) Philip Heymann, “Dealing with Terrorism” International Security, cilt.26, no.3, 2001, s.24

6) Brian Jenkins, “Terrorism and Beyond: 21st century perspective”, Studies in conflict&terrorism. No.24, 2001

7) Miray Vurmay, “Tanımlanamayan düşman terör”, Cumhuriyet strateji eki, Yıl:2, Sayı:59, 2005, s.12

8) Vurmay, a.g.m, s.13

9) Osman Ulagay, Hedefteki Amerika: 11 Eylül Şoku, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002

Kitle iletişim araçları toplumu yönlendiriyor

Kitle iletişim araçları, toplumda belli fonksiyonlar üstlenerek toplumun şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. McQuail, kitle iletişim araçlarının toplumsal fonksiyonlarını “enformasyon”, “korelasyon”, “devamlılık”, “eğlence” ve “seferberlik” olarak beş ana başlık altında toplamaktadır.

Küresel terör örgütlerinin kullanmak için her yolu denediği, terör eylemlerinin haber olabilmesi için şaşırtıcı ve şok edici hedeflerin seçildiği medya, nasıl bir yapılanmaya sahiptir? Kısaca medya başlığı altında topladığımız kitle iletişim araçları hangi işlev ve fonksiyonları yerine getirmektedir? Sorunu daha iyi kavrayabilmek için öncelikle kitle iletişim sisteminin işleyişine bakmak gerekmektedir.

Kitle iletişim sisteminin işleyişi

Kitle iletişim araçları, toplumda belli fonksiyonlar üstlenerek toplumun şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. McQuail, kitle iletişim araçlarının toplumsal fonksiyonlarını “enformasyon”, “korelasyon”, “devamlılık”, “eğlence” ve “seferberlik” olarak beş ana başlık altında toplamaktadır. 10

Kitle iletişim araçlarının enformasyon fonksiyonu, “toplum ve dünyada olan olaylar hakkında bilgi sağlaması, güç ilişkilerine işaret etmesi, yenilik, uyum ve ilerlemeyi kolaylaştırması” olarak ifade edilmektedir. Kitle iletişim araçları, olay ve bilgilerin anlamını açıklayıp yorumlayarak, kurulu otorite ve normlar için destek sağlayarak, sosyalleşmeye yardımcı olarak ve paylaşmaya katkıda bulunarak korelasyon fonksiyonu’nu yerine getirmektedir.

Devamlılık fonksiyonu, “hakim kültürün ifade edilmesi, alt kültürlerin ve yeni kültürel gelişmelerin tanınması ve değerlerin yaygınlaştırılması” olarak ifade edilirken; eğlence fonksiyonu, “oyalanma, zevk ve rahatlama sağlayarak sosyal tansiyonun düşürülmesini” amaçlamaktadır. Kitle iletişim araçlarının seferberlik fonksiyonu ise “toplumsal hedefler için çalışmayı” işaret etmektedir.

McQuail, kitle iletişim araçlarının bireyler açısından fonksiyonlarını ise şöyle sıralamaktadır: “Kitle iletişim araçları bireyler için enformasyon, kişisel kimlik, entegrasyon, sosyal etkileşim ve eğlence fonksiyonlarına hizmet etmektedir. Bireyler kitle iletişim araçlarına, dünya hakkında bilgi edinme, problemlerin çözümünde ve karar aşamasında tavsiye alma, merak ve ilgiyi tatmin etme, kendini eğitme, davranış modelleri bulma, bireysel değerleri pekiştirme, başkalarıyla özdeşleşme ve sosyal empati gibi nedenlerle yönelmektedirler...”11

Kitle iletişimini yalnızca haber ve mesaj değişimi olarak değil aynı zamanda düşünce, olgu ve veri iletim ve değişiminin tamamını içine alan bir unsur olarak değerlendiren UNESCO, hazırladığı “iletişim ve Toplum” raporunda kitle iletişiminin işlevlerini şöyle sıralamaktadır:12

* Haber Ve Bilgi Sağlama İşlevi: Kitle iletişim araçları bireysel, toplumsal, ulusal ve uluslararası konuları akılcı bir biçimde kavramak ve gerekli kararları alabilmek için haber ve bilgi aktarırlar.

* Toplumsallaştırma İşlevi: Kitle iletişim araçları, insanların toplum içinde varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli olan toplumsallaşmanın sağlanmasına yardımcı olurlar. Toplumun maddi ve manevi temelleri kitle iletişim araçları vasıtasıyla topluluk üyelerine aktarılır, onlar tarafından öğrenilmesi sağlanır.

* Motivasyon: Kitle iletişim araçları, toplumun amaçlarına ulaşmasında özendirici bir rol oynarlar. Bireyin toplum yaşamında olduğu gibi, bu amaçların gerçekleşmesine de katkıda bulunmasını sağlama İşlevi görürler.

Yetenek ve beceri düzeyini geliştirme rolü

* Tartışma Ve Diyalog İşlevi: Kitle iletişim araçları tartışma ortamı oluşturarak, kamusal çıkar konusunda var olan sorunların açığa çıkmasına yardımcı oldukları gibi diyalog yoluyla uzlaşma sağlanmasına da katkıda bulunurlar. Kitle iletişim araçları yoluyla ulusal ve uluslararası sorunlarda tartışma ortamına toplumun tüm kesimlerinin katılması sağlanarak, en uygun çözümün bulunması sağlanır.

* Eğitim İşlevi: Kitle iletişim araçları haber ve bilgi aktarırken, dolaylı olarak da toplumun eğitim seviyesinin yükselmesine yardımcı olur. Kitle iletişim araçları ayrıca bireylerin yetenek ve beceri düzeylerinin gelişmesinde de önemli rol oynar.

*Kültürel Gelişme İşlevi: Kitle iletişim araçları sanatsal yapıtları yayarak kültürün gelişmesine katkıda bulunduğu gibi geçmişin mirasını korumada da önemli bir rol üstlenmektedir.

* Eğlendirme İşlevi: Kitle iletişim araçları bireylere eğitim ve kültürün yanısıra eğlence imkanı da sunmaktadır. Bireyler, kitle iletişim araçları vasıtasıyla hoşça vakit geçirebilmektedirler.

* Bütünleştirme İşlevi: Kitle iletişim araçları bir toplumdaki bireylerin birbirlerinin koşullarını tanımalarına yardımcı olduğu gibi farklı toplumların da birbirlerine yakınlaşmalarında önemli bir rol üstlenmektedir. Kitle iletişim araçları farklılıklar içinde birlikte yaşamak ve çoğulculuk ilkesine de katkıda bulunmaktadır.

UNESCO’nun kitle iletişim araçlarının işlevlerine yönelik detaylı sınıflamasının yanı sıra, bir başka yaklaşım kitle iletişim araçlarının işlevlerini “toplumsallaştırma işlevi, siyasal işlev, ekonomik işlev ve enformasyon işlevi” olarak dört temel kategoride toplamaktadır:13

Medya “Dördüncü Güç”

* Kitle İletişim Araçlarının Toplumsallaştırma İşlevi: Kitle iletişim araçlarının ana işlevi toplumsallaştırmadır. Karmaşık bir toplumda insanların bir arada yaşayabilmelerinin sağlanmasında esas görev kitle iletişim araçlarına düşmektedir. Çünkü toplumsallaşma, insanın kendine uygun insanca davranışları öğrenmesi süreci, yani kişinin toplum içindeki yerini alma sürecidir. Kitle iletişim araçları bu süreçte, özellikle düşünceyi yönlendiren norm ve değer sistemleri ile örnek kimselerin tanıtılmasında, yaşamı kolaylaştıran düşünce ve davranış şekillerinin aktarılarak sosyal sistemin sürekliliğinin korunmasında önemli roller oynamaktadır.

* Kitle İletişim Araçlarının Siyasal İşlevi: Demokratik bir düzende kitle iletişim araçlarının en temel işlevi, kamuoyunun oluşturulmasıdır. Kitle iletişim araçları, toplumdaki mevcut görüş ve fikirleri ayrım yapmaksızın duyurma ve inceleme sorumluluğuyla kamuoyunu oluştururken, çevreden gelen girdilere cevap vererek siyasi düzenin korunması yönünde de bir işlev görürler. Siyasi sistemi algılanabilir bir şekle indirgemek ve böylece siyasi bilinçlenmeyi sağlamakla da yükümlü görülen kitle iletişim araçları, bu arada eleştiri ve kontrol görevini de üstlenmektedir. Bu da kitle iletişim araçlarına toplumsal dengelerde yasama, yürütme ve yargı güçlerinden sonra “dördüncü güç” olma imkanını sağlamaktadır.

* Kitle İletişim Araçlarının Ekonomik İşlevi: Ekonomik işlevler, doğrudan ya da dolaylı olarak kâr sağlamaya yönelik işlevlerdir. Bu çerçevede en önemli işlev, ürün/para ilişkisinin daha da canlılık kazanmasına yardımcı olmaktır. Bu da çoğunlukla reklam sayesinde gerçekleşmektedir.

Yarın: Medyanın Terör Haberlerine Yaklaşımı

Dipnotlar:

10) Denis McQuail, Kitle İletişim Kuramı, (Çev: Ahmet Haluk Yüksel), Kibele Sanat Merkezi Yayınları, Eskişehir, 1994, s.76

11) McQuail, a.g.e, s. 78

12) Sean MacBride, Bir Çok Ses, Tek Bir Dünya, UNESCO Uluslararası Komisyon Raporu, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yayını, Ankara, 1993, s.15

13) Orhan Gökçe, İletişim Bilimlerine Giriş, Turhan Kitabevi, Ankara, 1993, s.8

Medyanın terör haberlerine yaklaşımı

Çoğu zaman televizyonların reyting kaygısı ve “haberi ilk önce duyurma” telaşı, terör eylemlerinin etkisini olduğundan çok daha büyük algılanmasına yol açmakta, bu da toplumda panik ve tedirginliğe neden olmaktadır.

Kitle İletişim Araçlarının Enformasyon İşlevi: Enformasyon, alıcının sübjektif bilgisini arttıran, bilgi eksikliğini gideren bir unsurdur. Bir ifadenin enformasyon olarak nitelendirilebilmesi için söz konusu kişi ya da kişiler için önceden bilinmeyen bir konunun aydınlığa kavuşturulması gereklidir. Bu bağlamda kitle iletişim araçları, sosyal, siyasi ve ekonomik sistemler için enformasyon işlevini yerine getirerek bireylere enformasyon aktarmaktadır.

Kitle iletişim araçlarının temel özelliklerine ve başlıca işlevlerine bakıldığında; kitle iletişim araçlarının bireylerin tutum ve davranışlarının şekillenmesinde, verecekleri kararların oluşmasında önemli roller üstlendikleri görülmektedir.

Kitle iletişim araçlarının gündem belirleme özelliği

İşte küresel terör örgütleri, tam da medyanın bu niteliklerini kullanmak istemekte, yaptıkları eylemlerin kitle iletişim araçlarında geniş yer bulmasını, kamuoyunda korku ve endişeye neden olmasını, toplumun ümitsizliğe kapılmasını amaçlamaktadır.

Medya, bireylerin tutum ve davranışları üzerinde son derece etkili olduğu için, terör örgütleri de bu kanalı kullanıp kendi propagandalarını yaparak kamuoyunu etkilemek istemektedir.

İnsanlar, dünyada olup bitenleri kitle iletişim araçları vasıtasıyla öğrenmektedir. Kitle iletişim araçlarını takip etmeyenler de, medya iletilerine maruz kalanlarla iletişim içine girmekte ve bir şekilde medya içeriklerinden haberdar olmaktadır. Medya iletilerine açık kalmakla başlayan medya etkilerinin ilk halkasını “haberdar olma” aşaması oluşturmaktadır. Ardından farkına varılan konu ya da sorun hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacı duyulmakta ve “bilgi” ya da “bilişsel etkiler” aşamasına geçilmektedir. Daha sonra da edinilen bilgiler ışığında önce “tutum değişikliği”ne gidilmekte, ardından da “davranış değişikliği” aşamasına geçilmektedir. 14

Gündem belirleme yaklaşımının çıkış noktasını, medya etkilerinin ilk basamağı olan “haberdar etme” aşaması oluşturmaktadır. insanlar kitle iletişim araçlarını ya da genel adıyla medyayı izleyerek “neler olup bittiğini” öğrenmekte; hangi konuların gündemin üst sıralarında yer aldığını, olayların önem sırasını görebilmektedir. 15

Gündem belirleme yaklaşımı, “medyanın haberleri sunuş biçimiyle halkın düşündüğü ve konuştuğu konuları belirlediği” tezini ileri sürmektedir. Kamu gündemini belirleyen medya, siyasal gündemi de etkilemekte, böylece ortaya zincirleme bir etkileşim çıkmaktadır. Medyanın insanlara “ne hakkında” düşüneceklerinin yanı sıra, “ne düşüneceklerini” de söylediği ifade edilmektedir. Medya kamunun zihinsel sıralamasına kendi istediği bilgileri yamamakta ve toplum gündemindeki konuları yine kendi istediği gibi düzenlemektedir. Medya böylece toplumun “eşikbekçiliği” rolünü üstlenmektedir. Bir mesaj, medyadan bireysel izleyici ya da dinleyicilere geçerken bu mesaja müdahale edenlere “eşikbekçisi” denilmektedir. Eşikbekçisinin ana işlevi, bireyin aldığı mesajları süzgeçten geçirmek, belli mesajların geçmesine izin verirken, diğerlerini engellemektir. 16

Gündemin belirlenme sürecine bakıldığında birbiriyle ilişkili üç ayrı gündemin olduğu görülmektedir: “Siyasal ya da diğer ilgi gruplarının sahip olduğu siyasal gündem, haber önemliliği ve algılanan izleyici performansıyla yapılandırılan ve etkilenen medya gündemi ve medyanın da etkilendiği tahmin edilen kamu gündemi.” 17

Medyanın sorumluluk anlayışı

Medya gündeminin belirlenmesinde ideolojik eğilimlerin etkisi ön plana çıkmakta, medya içeriklerinin oluşmasında asıl belirleyici olmaktadır. İdeolojik etki, haberlerin üretilmesinden kamuoyu gündeminin oluşturulmasına kadar çok geniş bir süreçte etkili olmaktadır. Bir ideolojiye yakınlık duyan kitle iletişim aracında, bu ideolojinin aleyhine herhangi bir yayının yapılması neredeyse imkansızdır. Kitle iletişim aracının yaptığı yayınların hemen hemen tümü, bu ideolojik düşünce çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. 18

Medyanın gündem belirleme özelliği, terör örgütlerinin de ilgi alanında yer almaktadır. Medyanın gündemine girebilme, ön sıralarda yer alabilme, propagandasını yapma ve kamuoyunu etkileyebilme amaçları taşıyan terör örgütleri, iletişim kanallarına sızabilmek için her yolu denemektedir.

Özellikle küresel terör örgütlerinin yaygın olarak uluslararası medya organlarını kullandığı görülmektedir. Uluslararası alanda yayın yapan iletişim organlarının etkinliğinin ve yaygınlığının fazla olması, terör örgütlerine cazip gelmektedir.

Burada terör örgütlerinin medyayı kullanma istekleri ile medyanın haberi kamuoyuna duyurma görevi arasındaki ince çizgi gündeme gelmektedir. Medya “haber değeri” olan bir terörist eylemi kamuoyuna duyurmakla görevlidir, çünkü haber alma ve kamuoyunu bilgilendirme görevi bulunmaktadır. Ama bu görevini yaparken, terör örgütlerinin amacına hizmet etmemeye özen göstererek terörün propagandasını yapar duruma düşmemelidir. Burada medyanın sorumluluk anlayışı devreye girmektedir.

Medya denildiği zaman, tek bir araç ya da nesneden değil, karmaşık ilişkiler yumağından oluşan bir bütünden söz edilmektedir. Terör gibi çok hassas bir konunun, bu karmaşık ilişkiler yumağından süzülüp kamuoyuna yansımasına kadar geçen süreçte ciddi sorunlar yaşanabilmektedir. Medyanın terör haberlerini veriş şekli konusundaki tartışma uzun bir süredir devam etmekte, haberciler ile hukukçular arasındaki bu tartışma konusunda sınırları kesin olarak belirlenen bir mutabakat da mevcut değildir.

Peki medya, terör haberlerini kamuoyuna duyururken hangi hataları yapmakta, nasıl yanlış bir strateji izlemektedir? Öncelikle medyanın sunum tekniklerinden de yararlanarak terör olaylarını basitleştirdiği, kişiselleştirdiği, sembolleştirdiği, olayları belirli boyutları ile çerçeveleyerek sunduğu, olayların bazı boyutlarını öne çıkartırken bazı boyutlarını isteyerek ya da istemeyerek görmezden geldiği, olayları bir bütünün parçaları olmaktan çok birbirlerinden farklı konularmış gibi sunduğu eleştirileri yapılmaktadır. Ayrıca medyanın anlam haritalarını dağıttığı, çoğu zaman da içerik kompozisyonunu tamamlamak adına kimi haberleri tercih ederek kurgusal bir gerçeklik oluşturduğu ifade edilmektedir.19

Medyanın terör gibi toplumun huzur ve barışını tehdit eden bir konuda çok hassas davranması, haberlerinde özenli bir dil kullanması ve terörün amacına hizmet edebilecek her türlü yayından kaçınması gereklidir. Çoğu zaman televizyonların reyting kaygısı ve “haberi ilk önce duyurma” telaşı, terör eylemlerinin etkisini olduğundan çok daha büyük algılanmasına yol açmakta, bu da toplumda panik ve tedirginliğe neden olmaktadır.

Bu noktada medyanın “haber aldığı kaynakların” niteliği de gündeme gelmektedir. Medya haberle beslenmekte, özellikle televizyon kanalları sıcak gelişmeleri anı anına izleyicilerine aktarmak için birbirleriyle yarış yapmaktadır. İşte bu süreçte medyaya haber akışının düzenli olarak yapılması ihtiyacı gündeme gelmektedir.

Kuzey Atlantik Asemblesi’nin terörizm konulu alt komisyonunun raporunda da, siyasal iktidar ile medya arasındaki ilişkilerin sağlıklı olması gerektiğine dikkat çekilerek, medyanın düzenli olarak bilgilendirilmesi gereğine vurgu yapılmaktadır. Eğer siyasal iktidar, örneğin bir terörist eylem hakkında medyaya doğru ve düzenli bilgi vermezse, medyanın bilgi açlığını terörist grupların giderme ihtimali yüksektir. Terörist gruplardan medyaya gelecek bilgilerin çoğunun içeriğinin manipülatif olacağı, kamuoyunu yanlış yönlendirmeyi amaçlayacağı açıktır. Bu nedenle medyanın terörist gruplardan gelebilecek bilgilere ihtiyaç duymayacak şekilde yetkili kişilerce doğru bilgilendirilmesi sağlanmalıdır.20

Terörün bölücü ve yıkıcı hedeflerine ulaşmasını engellemede kamuoyunu etkileme gücünü elinde tutan medyaya önemli sorumluluklar düşmektedir. Medyanın öncelikli görevi kamuoyunu doğru bilgilendirmek, verdiği haberlerle sağlıklı kararların alınmasına yardımcı olmaktır. Medya sadece haberlerle değil, terörün altyapısını, nedenlerini, etkilerini inceleyen araştırma ve yorumlarla da kamuoyunun aydınlanmasına katkıda bulunabilir.21

Sonuç:

Küreselleşme çağının en önemli sorunlarından birini terör oluşturmaktadır. Küreselleşen terör, zengin-fakir ayırt etmeden hedef aldığı her ülkeye ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan büyük zararlar vermekte, toplumları da korku ve endişeye sevk etmektedir.

Terörün küreselleşmesi, terör örgütlerinin teknolojik imkanlardan yararlanmasının yolunu da açmış, çok küçük terör gruplarının bile küresel ölçekte eylem yapabilmelerine olanak sağlamıştır.

Küreselleşme medyanın yaygınlığını ve etkinliğini de artırmıştır. Bir yerde olan sıcak bir gelişmenin, çok kısa süre içinde tüm dünyaya yayılması sözkonusu olmuştur. Böyle bir imkanın terör örgütleri tarafından kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, medyanın terör örgütlerinin amaçlarına hizmet ettiği tartışması da gündeme gelmiştir.

Medya organları, dünyanın herhangi bir yerindeki bombalama eylemini ya da başka bir terörist faaliyeti çok kısa süre içinde kamuoyuna duyururken kullandığı dil ve haberi veriş tarzı ile terör örgütlerinin propaganda amaçlarına alet olabilmektedir. Terör örgütleri yaptıkları eylemlerle kamuoyunun gündemini işgal etmek, adından söz ettirmek ve propagandasını yapmak istemektedir. Televizyonların terör eyleminin gerçekleştirildiği yerden canlı yayın yapması, dakikalarca eylem görüntülerini göstermesi kamuoyunda korku ve endişeye yol açabilmektedir. Bu da terörün toplumu sindirme amacına hizmet etmektedir.

Medyanın “haber alma ve kamuoyunu bilgilendirme” görevinin olduğu da unutulmamalıdır. Medyanın terör eylemlerini hiç vermemesi, görmezden gelmesi düşünülemez. Siyasal iktidarın medya organlarından böyle bir talepte bulunması da demokratik ilkelerle bağdaşmaz. Medyanın sansür edilmesi, özgürlüklerinin kısıtlanması, siyasal iktidarın denetimi ve vesayeti altına sokulması da kabul edilemez.

Öyleyse medya, terör örgütlerinin propagandasını yapmadan ve toplumun sindirilmesi amacına hizmet etmeden terör haberlerini kamuoyuna duyurmanın yolunu ve yöntemini kendisi bulacaktır. Bu noktada medyanın en önemli kılavuzu “toplumsal sorumluluk” ilkesi olacaktır. Bu ilke toplumun huzur ve güvenini sarsacak yayınlardan kaçınmayı beraberinde getirmektedir. Küresel terörle mücadele, sadece birkaç ülkenin çabalarıyla başarılacak bir şey değildir. Uluslararası işbirliği gerektirmekte, terör kime karşı yapılırsa yapılsın reddetmeyi ve kınamayı zorunlu kılmaktadır.

Bugün medyanın küresel terörün yıkıcı etkisinin ve gelecekte dünyanın önüne koyacağı ağır faturanın farkında olduğunu söylemek zordur. Medyadaki rekabet ortamı, toplumsal sorumluluk ilkesinin çoğu zaman rafa kaldırılmasını gündeme getirmekte, reyting ve reklam geliri uğruna terörün propagandasına alet olunmaktadır. (Bu konuda Türk medyasının geçtiğimiz günlerde verdiği kötü bir sınava dikkat çekmek yerinde olacaktır. Terör örgütü PKK’nın kaçırdığı sekiz askerimizin görüntülerinin kimi yayın organlarında yayınlanması terör örgütünün propagandasına alet olunması anlamı taşımaktadır. Terör örgütünün psikolojik üstünlük sağlama ve toplumda endişeye, korkuya yol açma hedefi, bu tür yayınlarla kendisine zemin bulabilmektedir.)

Küresel terörle mücadelede medyaya olduğu kadar topluma da önemli görevler düşmektedir. Medyanın izlediği yanlış politikaların düzeltilmesinde kamuoyu gücünün çok önemli bir unsur olduğu unutulmamalı, bireyler medya üzerindeki gücünü gerektiğinde kullanmaktan kaçınmamalıdır.

Dipnotlar:

14) Maxwell McCombs, Donald Shaw, The Agenda Setting Function of the Press, Congressional Quarterly Inc., Washington, 1984, s.22

15) Süleyman İrvan, “Gündem Belirleme Yaklaşımının Genel Bir Değerlendirmesi”, İletişim Dergisi, Sayı: 9, Ankara, 2001, s.69

16) Erkan Yüksel, Medyanın Gündem Belirleme Gücü, Çizgi Kitabevi, Konya, 2001, s.25

17) Yüksel, a.g.e, s.28

18) Yüksel, a.g.e, s.71

19) Erkan Yüksel, “Medya gerçeği, gerçek yaşam ve terör haberciliği”, Terörün görüntüleri, görüntülerin terörü, Çizgi Kitabevi, Konya, 2004, s. 51

20) Philip Schesinger, Medya, Devlet ve Ulus, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, 1994, İstanbul, s.26

21) Mustafa Gündüz, Basın ve Terör, İzmir Saray Kitabevi, 1996